Yahudi
bir iş adamı bir gölde balık tutarken oltasına çok değişik bir balık takılmış.
Balığın altın rengi pulları, gümüş rengi yüzgeçleri varmış. Adam balığı kayığa
alınca, balık dile gelmiş;
“Şefkatli efendim beni tekrar göle bırakırsanız üç dileğinizi yerine
getiririm,” demiş. Yahudi, ‘Neden bu durumu fırsata çevirmeyeyim?’ diye
düşünüp, “Şunu beş yap anlaşalım,” demiş.
Balık, “Sadece üç dileğinizi yerine
getirebilirim,” demiş, soluk soluğa.
“Peki, o zaman dört buçuk olsun,”
demiş Yahudi.
Balık, güçlükle,”Üç,” diyebilmiş.
Balığın ısrarı üzerine Yahudi, “Tamam
tamam dörtte anlaşalım o halde, ne dersin?” demiş. Balıktan cevap gelmemiş,
balığa yakından bakan Yahudi, balığın öldüğünü görmüş.
Yahudi, sudan çıkan balığın ömrünün kısa olduğunu unutmuş. Balığınki kısa da
bizim ki uzun mu? Ömür, kimine kısa, kimine uzun görünse de, ne zaman sona
ereceği kimse tarafından kesin olarak bilinemeyen bir süren ibaret.
Ölüm her an beklediği halde, birçok insan, sanki ölüm hiç yokmuş gibi, bugünü
bırakıp, güzel günleri geleceğe bırakıyor. Böyle düşünen bir şoför kamyonuna,
‘Güzel günler ileride demişlerdi, daha ne kadar gideceğiz,’ diye yazarak,
hayal kırıklığını, harika dile getirmiş.
Mutluluğu geleceğe bırakanların, yakın ve orta vadeli planlarında ölüm yoktur.
O yüzden olsa gerek, ölüm ne zaman gelirse gelsin erken denir ve zalim görünür.
Bu insanlar ölümün yaklaştığını belli eden işaretler görseler bile, hep ek süre
isterler. Ölüm onlara kim bilir kaç kere ek süre vermiştir ama onlar yine
bildiğinden kalmamıştır.
Dünyaya yaşamaya geldiğinin farkına varanlar, yaşamı ertelemezler. Farkına
varamayanlar, önüne koydukları hedeflerle meşgul olup, yaşamı yarına bırakırlar.
Yaşamı erteleyenler muradına eremeyince, ömür kısa diye şikayet ederler.
‘Bir ay ömrünüz kaldığını bilseydiniz, nasıl yaşardınız?’ diye sorulsa, herkes,
canım ne istiyorsa onu yapardım diyor. Canının istediği gibi yaşamak için
son bir ayı bekleyenler için, böyle bir zaman hiç gelmiyor.