Yeryüzünde sekiz milyar insan yaşıyor. Bunların her biri diğerinden farklı. Geçtim bedenlerinin rengini, boyunu, posunu, her birinin gözünün rengi, parmak ucunun izi tamamen farklı.
Ruhsal yapılarına bakarsak oradaki farklılık daha büyüktür. Tarih boyunca kurulmuş bütün devletler sürüye katılacak tek tip insan yetiştirmek istemişlerdir. Bu istek uğruna bir kültüre doğan çocuk o kültürün ürünü haline getirilir. Yani o kültürün doğrularına doğru, yanlışına yanlış, iyisine iyi, kötüsüne kötü vb. demeyi öğrenir. Bunları öğrenirken kendine has bazı duygularını gizlemek, içine atmak zorunda kalır. Bir kültüre doğan her kişi; bedenin taleplerini ileten dürtüleri, gizlediği, gizlemediği duyguları, yaşadıkları, yaşayamadıkları, inandıkları, inanmadıkları, haz ettikleri, etmedikleri, dünyaya verdiği anlam, ailenin tutumundan edindiği tecrübeler, kişisel ihtiyaçları, yetenekleri, yaşadığı zamanın ruhu, eğitimi, ekonomik durumu, sosyal pozisyonu vb. gibi türlü etkenleri zihninde harman ederek kendine has bir kişilik geliştirir. Bu etkenlerin kombinasyonu göz önüne alınırsa her bir insanın kendine has bir ruhsal yapısı olması kaçınılmazdır.
İnsanoğlu genlerinin ve yaşadığı coğrafyanın etkisiyle bedensel, zihin, düşünce, duygu bakımından ruhsal olarak farklı olmak zorunda! Bu zorunluluk ortada olduğu halde nasıl oluyor da farklı olan korkutuyor?
İnsanın en başat, en temel duygusu hayatta kalma güdüsü yani güvende olma isteğidir. Güvende olmak için karşısındakinin ne düşündüğünü, ne yapacağını, ne yapmayacağını bilmek ister. Kendine benzeyenleri anladığını varsayar. Bu varsayım nispeten doğrudur. Kendine benzemeyenleri anlamakta zorluk çeker, ne zaman ne yapacağını kestiremez. Her an beklemediği bir davranışla karşılaşacağından kuşkulanır. Bu kuşku güvenliğini tehdit eder. Güvenliğini tehdit eden farklı insanlardan gocunur ve onları sevmekte zorlanır.
İnsanların sevdiklerini kendine benzetme çabası bile güvenlik ihtiyacındandır. Sevdiği kendine bezerse onun zihninden ne geçtiğini, niyetinin ne olduğunu, ne hissettiğini öngörebilecek ve kendini güvende hissedecektir.
İnsanın kendini güvende hissetmek için yaptıkları bir ölçüye kadar masumdur, insancadır. Ölçü kaçarsa, kendine dünyayı dar eder. İnsan kendine ne kadar güvenirse başkasına da o kadar güvenirmiş. Başkalarına güvenmenin yolu onları anlamak olduğuna göre güven arayan onları anlamaya çalışmalıdır. Arayanlar mitolojik hikayelerden bu yana insanların her daim güvenliği, adaleti, iyiyi, güzeli, aradığını göreceklerdir. Her insanın bir aklı, bir kalbi olduğunu, kendine dünyada bir yer edinmeye çalıştığını, hakkaniyetli bir toplumda yaşamayı talep ettiğini fark edeceklerdir. Hakkaniyetin olduğu yerde güven sorunu çok azalacaktır.