Ezbere konuşan, söylediği lafın gerekçesini ortaya koyamayanların kelamına ‘duyma laf’ derler. Konuyu yeterince bilmediği için bunların sözlerine pek itibar edilmez.
Bilindiği gibi insan duyuları(Görme, duyma, koklama, dokunma, tatma) aracılığı ile dışarıdan bilgi alır. Alınan bilgiler zihne ulaşır, hafızada depo edilir. Bu bilgileri zihin işleme sokarak düşünce, sıralayıp ifade ederek fikir üretir. Hafızasında doğru ve yeterli bilgi olmayandan dişe dokunur bir fikir bekleyemeyiz.
Günümüzde internet aracılığı ile bilgiye kolay ulaşılıyor ama hafızasında doğru ve yeterli bilgisi olana çok az rastlıyoruz. Çünkü çoğunluk doğru bilgiyi talep etmiyor. Onlara güvendiği kişilerden duydukları yetiyor da artıyor bile! Çocukluktan beri büyüklerinden duyduklarını esas alıyor, onlara yaslanıyorlar, onunla yetiniyorlar. Bunlar kulaktan duyma bilgilerden şüphe etmedikleri için yeni bir bilgi aramıyor, hafızalarını tazeleme, daha donanımlı hale getirme ihtiyacı duymuyorlar.
Özgün bir fikir ortaya koyacak orijinal bir malzemesi olmayanlar, olsa olsa birbirine benzeyenleri kıyaslayarak genelleme yapabilirler. Kendi tecrübelerini, kanaatlerini gerçekmiş gibi kabul eder ve bunları fikir zannederler. Oysa duylarımız sadece görünüşleri algılayabilir. Örneğin biz güneşi elli santim çapında bir daire görürüz ama dünyamızdan kat be kat büyüktür.
Duyduklarıyla yetinenler, olan bitenin gerçek sebeplerini kavrayamazlar. Başlarına gelenlerden kendilerinin sorumlu olduğunu bilemedikleri için bunu tanrıdan, kaderden, nazardan, dış güçlerden filan bilirler. Sorunu dışarıda gördükleri için, çaresini mucizevi çözümlerde ararlar. Mucize arayanlara mucize satıcıları da her daim bulunur.
Gerçeği arayanlar duyular yoluyla elde ettiği bilgileri teyit etmek gerektiğini bilirler. Bu yöntemi seçenler genel kanıların, geleneksel bilgilerin, tabuların, dogmaların iler tutar yanı olmadığını hayretle görürler. Bu bilgilerin tek amacının bir zihin kalıbı oluşturmak olduğunun farkına varırlar. Bir kere bunu tecrübe edeler gerçek bilginin peşine düşerler bir nevi hakikat arayıcısı olurlar.
Hakikat arayıcısı olabilmenin ilk adımı kendine verilen bilgilerden şüphe etmektir. Bu aslında güven duyduğu her şeyden şüphelenmek anlamına gelir. Çünkü bütün hayatını o bilgilere göre kurgulamış, onlar sayesinde kendini güvende hissetmiştir. Güven kaybını göze almak her babayiğidin harcı değildir. Hakikat arayıcıları önceleri ‘Güvendiği dağlara karlar yağmış’ hissi yaşansa da, gerçeklere ulaştıkça daha sağlam bir zemin inşa ederler. Bu zeminde daha özgürleşir, doğruları yanlışları daha iyi ayırt ederek daha güvenli bir yaşama ulaşırlar.