Toplum kendini düşünenden hiç hazzetmez. Onları lanetli, iğrenç yaratıklarmış gibi görür. ‘Sen kendini düşünüyorsun’ diye suçlanan kişi yerin dibine girer, hemen kendini aklamak için savunmaya geçer. Oysa içten içe hepimiz bilir ve şahit oluruz ki dünyada kendini düşünmeyen bir fert bile yoktur. O zaman bu yaman çelişki neyin nesi?
Her canlının tartışmasız ilk ve tek amacı canlı kalmaktır. Kendini düşünmeden canlı kalmak mümkün değildir. Bu doğanın kanunudur. Buna rağmen toylar doğa kanununa aykırı davranıp kendini feda etmeye kalkışırlar. Bunları kullanmak, sömürmek için usta avcılar pusuda beklerler. Birkaç kez kullanıldıktan sonra akılları başlarına gelir. Günün sonunda, ‘Herkes kendini düşünüyor, artık kendim için yaşayacağım’ demeye başlarlar.
Yaşamda kalma güdüsü nedeniyle kendini düşünmek bir doğa kanunu ise, toplum bunu neden olağan karşılamıyor?
Bilindiği gibi insanın iki doğumu vardır. Birincisi ana rahminden, ikincisi kültürel doğum. Çocuğa doğduğu yörenin kültürü dayatılarak benimsetiliyor. Bu sayede çocuk kültürel bir ürün oluyor. Buna kültürel doğum diyorlar. Toplum olabilmenin ilk şartı, birlik ve beraberlik ruhunun oluşmasıdır. Bunun için doğan her çocuk bu amaca hizmet edecek şekilde yetiştirilir. Yani çocuk kendini topluma feda etmeli, sürüye katılmaya razı olmalıdır. Kendini düşünen, kendini önceleyen biri buna razı olamaz. İşte tam bu nedenle toplum kendini düşünmeyi lanetli, iğrenç gibi göstermiştir.
Toplumun kendini düşünmesi normal, kişinin kendini düşünmesi iğrenç! Böyle bir denkleme razı olanlar kültürel ürün olarak yaşamını sürdürürler. Toplum kendi çıkarları için insanların doğası ile karşı karşıya gelmesini, doğasından utanmasını, suçluluk duymasını özellikle ister. Böylece kişi kendi kuyruğuyla boğuşmaktan başka şeylere bakamaz. Toplumun ürünü olmaktan kaynaklanan arızayı kendi arızası zanneder. İşler yolunda gitmediğinde kendini suçlar. Suçluluktan kurtulmak için tam toplumun istediği gibi kurşun asker olur. Böylece arıza daha da büyür.
Toplum fertlerine kültürel ürün olmaları karşılığında can güvenliği vaat eder ama özgür olmalarına izin vermez. İlk çağda, orta çağda can güvenliği çok büyük tehdit altındayken toplum kuralları daha başkaydı. Artık modern çağda, hukuk devletinde can güvenliği kadar özgürlük talebi de var. Can güvenliği korkusu belleklerde hala etkisini koruduğu için çoğunluk can güvenliğini önceliyor.
Özgürlük talep edenler, toplumsal ürün olmanın, bir kalıbın adamı olmanın etkisini azaltmaya çalışırlar. Kendini düşünmeden bu etki azaltılamaz, özgür olunamaz. Elbette kedini düşünmenin bir ölçüsü vardır. Ölçü; başkalarına zarar vermeden, kendi çıkarlarını korumaktır.