‘İçi dışı bir’ deyince; hinlik, cinlik bilmeyen, ikiyüzlü olmayan, dürüst insanlar akla gelir. Toplum bu insanları çok takdir eder.
İçi dışım bir diyen, acaba içini ne kadar biliyor?
Ben içimi biliyorum diyen zihnini, bilincini bildiğini kastediyor. Oysa bilincin kumanda merkezi bilinçdışıdır. Örneğin bilinçdışı, bilinçten altı saniye önce bir karar veriyor, bunu bilince iletiyor bilinç bu kararı uyguluyor. Bilinçdışından haberi olmayanlar tüm kararları bilinciyle aldığını sanıyorlar. Alınan kararların yalnızca yüzde beşini bilinç veriyor.
Bilinçdışından kısaca bahsedecek olursak; bilinçdışı kişinin kara kutusudur. Kendinden bile gizlediği sırları oradadır. Örneğin; çocukluktan kalan sevgi ve güven eksikliği, aşağılık kompleksi, değersizlik duyguları bilinçdışında şifaya kavuşmayı özlemle beklemektedir. Ayıplanma, kınanma, dışlanma, küçük görülme korkusuyla bastırılan her türlü duygu buradadır ve sabırsızlıkla tatmin edilmeyi beklemektedir. Doymak kanmak bilmeyen güdüler her an doyurulmayı beklemektedir. Bastırılmış duygular ruhun prangalarıdır ve öyle bir baş belasıdır ki, insana rahat dirlik vermezler. Tüm sıkıntıların, huzursuzluğun, hastalıkların kaynağı bu bastırılmış duygulardır. C.G.Jung: “Bilinçaltının farkında olmayan kişi, başına her geleni ‘kader’ zanneder” der.
Ben mantıklı biriyim, akla uygun davranırım diyenler de maalesef büyük bir yanılgıdadır. Akla dayanmak, mantıklı olmak için önce kişi özgür olmalı, sonra gerçek ve yeterli bilgiye sahip olmalıdır. Aileden ve toplumdan alınan bilgiler genel kanılardır, dogmadır. Onlar zaten kişinin içine bakmasını önleyici zihin kalıplarıdır. Bu kalıbın adamı özgür değildir; ayıplanma, kınanma, dışlanma korkusunu dikkate almadan düşünemez. Bu düşünmeye dogmatik düşünme deniyor. Dogmatik düşünme aklın değil duyguların eseridir. Freud: “İnsan irrsayonel (Akla dayanmayan)bir varlıktır” diyerek, insanın duygusal bir varlık olduğunu vurgulamıştır.
Adler, mealen; ‘Bütün insanlar eksiklidir, bunun bir tık üstü aşağılık kompleksidir. Hayatımız bu eksiklik duygusunu, aşağılık kompleksini örtme çabasıyla geçer. Gösteriş ve şatafat düşkünlüğü tam da bunu gösteren emarelerdir’ diyor.
Buradan yola çıkacak olursak, ‘içim dışım’ bir diyenler, ben bana tembih edilen gibi yaşıyorum demeye çalışıyorlar. Böyle insanları toplum sever ve sayar. Böyle bir yaşam herkese yeter mi, herkesin içine siner mi?
İçine sinmeyenler, içini bilmeye, kendini bilmeye niyet ederler. Bu niyetle yola çıkanlar içini bildikçe derinleşirler. Derinleştikçe kendini daha iyi tanırlar. Kendini tanıdığı ölçüde başkalarını da tanırlar. Kimin neyi neden yaptığını bilirler ve onları anlayışla karşılarlar.