Anlaşılmak insanın en önemli ruhsal besinidir desek pek abartmış olmayız. Bir kere yekten kişiyi anlamak için onu can kulağı ile dinlemeye hazır bir yakını vardır. Daha doğrusu bir candan seveni vardır. Böyle biri ile konuşan kişi, varlığının, hislerinin, duygularının, kaygılarının, görülmüş olmasıyla kendini değerli hisseder ve ziyadesiyle memnun olur. Bunun büyük bir şans olduğunu, herkese nasip olmadığını hepimiz biliriz.
Kişinin anlaşılabilmesi için önce kendini anlatabilmesi lazımdır. Kendini anlatmak isteyen, daha çok hislerini anlatmak ister. Bunun için duygularını bilmek, tanımak gerekir ki bu her babayiğidin harcı değildir. Üstüne duyguları ifade etmek büyük bir maharet olduğu için bunu layıkıyla ancak sanatçılar yapabiliyorlar. Bazen kelimeler kifayetsiz kalır, bazen kelime dağarcığı yetersiz. Üstüne iki tarafın yaş farkı, kültürü, tecrübesi eğitimi, görgüsü vb. gibi bazı faktörler anlaşılmayı zorlaştırır. Kelimelerin yetmediği yerlerde mimik, jest, beden dili, hediye, yemek, şiir, resim gibi ifadeyi destekleyici unsurlar devreye girer. Hadi diyelim anlatan iyi anlattı, peki anlamaya niyet eden bunu doğru anlayabilir mi? Kelimeler ve diğer yardımcı faktörler anlatan ve anlayan için her zaman aynı manayı taşır mı? Ne yazık ki taşımaz, taşıyamaz. Bu yüzden olsa gerek Jasques Lacan: “Her anlama bir yanlış anlamadır” demiş.
Her ne kadar kendini anlatmak ve anlaşılmak zor olsa da hasretle aranan anlama gayreti, anlama niyetidir. Zira anlamak niyetiyle dinleyen ender bulunuyor. Genel dinleyiciler akıl veriyor, eleştiriyor, hislerini anlatanı küçümsüyor, düşüncelerini anlatanın yanlışını buluyorlar. Ya da dinliyor görünüp sıra kendine gelince söyleyeceklerini hazırlıyor. Velhasıl anlatan bir anda kendini savunmak zorunda kalıyor yani ağzını açtığına bin pişman oluyor. Günümüzde geçtim dinlemeyi, anlamayı, anlaşılmayı adam yerine konmak bile mucize. Hele sokakta, trafikte, parkta başına buyruk davrananların kaba, hoyrat, tehditkar ve saldırgan tutumları insanı çileden çıkarıyor. Bu ortamda herkes kendi hakkını kendisi korumak, savunmak zorunda kalıyor. Her daim saldırı altında hissetmek ve kendini savunup durmak hem stres kaynağı hem de hınç biriktiren bir durum.
Birinin başkasını anlaması için önce kendini anlaması lazım. Kendini gerçekten anlayan belki milyonda bir kişi ancak vardır. Böyle bakarsak anlaşılmak nerdeyse imkansız. Anlamaya çalışmak, bu niyetle dinlemek, etkili dinlemek karşıya değer vermek yeterde artar bile.
Anlayamıyor, anlatamıyor, anlaşılamıyor olabiliriz ama anlaşabiliriz. Evrensel değerleri, erdemleri, saygıyı yasa olarak kabul ederek bir nezaket çerçevesinde bal gibi anlaşabiliriz.