İnsanoğlu bu dünyaya nasıl geldiğini bilim sayesinde biliyor ama neden geldiğini bilemiyor. ‘Ben bu dünyaya neden geldim?’ sorusuna, doyurucu bir yanıt bulamamak, yaşamı anlamsız kılıyor. Anlamsız bir yaşamı sürdürmek çok zor olacağı için herkes kendi kültürüne, meşrebine göre bir anlam buluyor. Zaten bunun farkında olan toplum çocuğa bir hazır paket sunuyor. Tabii ki; bu paket çocuktan ziyade toplumun hayrını gözetiyor.
Çocuk gelişip bilgi sahibi oldukça hazır paketin eksiğini, yanlışını, kendi hayrına olmadığını fark ediyor. Bilgisine göre davransa topluma ters düşüyor, topluma göre davransa kendine ters düşüyor. Topluma göre davrananlar kullanılmaktan, kendinden yana davrananlar dışlanmaktan sıkıntı yaşıyorlar. Bu sıkıntıdan kurtulmak için bilgi zaman zaman aciz kalıyor.
Sıkıntıdan kökten kurtulma arayışa girenler, bilginin aciz kaldığı noktada bilgeliğin gerektiğini fark ediyorlar. Bilgeliğin ne olduğunu anlamak için bazı ustaların söylediklerine bakalım:
Epikuros: “Bilgelik, erdem yoluyla varılan yüksek bir sarsılmazlık durumudur, salt dinginlik ve aldırmazlıktır.”
Alain: “Bilgelik, sadece bilmek değil, aynı zamanda bilgiyi hayata uygulamak ve mutlu olmayı da başarmaktır”
Prajnanpad: “Olan şeyi görmek, kabul etmek, daha sonra, onu değiştirmeyi denemek.”
Montaigne: “Başkasının bilgisiyle bilgin olabilsek de, ancak kendi bilgeliğimizle bir bilge olabiliriz.”
Kant: “Felsefe, bilgelik alıştırması ve öğretisidir.”
Konfüçyüs: “Hikmet ile tamamlanmış ilim ve akıl insanı bilgeliğe götürür, onu kamil yoluna sokar.”
Spinoza: “İnsan arzudur” diyor. Sıkıntıların baş kaynağı arzularımızdır. Daha doğrusu kişinin arzusunun engellenmesine verdiği anlamdır. Bence bilgeliğin ilk adımı kişinin şahsi arzuları azaltmak olacaktır. Arzu azaldıkça talep azalacak, talep azaldıkça sıkıntı kaynağı kuruyacaktır. Sıkıntılardan temelli kurtulmanın tek yolu bilgelik ise kişi ya sıkıntılı bir yaşam sürecek ya da bilgelik yolunda ilerlemenin yolu bulunacaktır.