Tartışmadan yenilgi ile çıkmak çoğumuz için kabus sayılır. Tartışmanın amacı iki kişinin birbirini tartarak gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Amacı böylesine güzel olan bir eylemin nasıl yenmek yenilmek biçimine dönüştüğüne bir bakalım:
Birincisi, hemen herkesin bir ideolojisi var. Aynı ideolojiyi benimseyenler bir birlik oluşturuyor. Bu birlik hem insanların aidiyet ihtiyacını karşılıyor hem de diğerlerine karşı keskin bir ayrım yaratıyor. Bu ayrım nedeniyle; her birlik kendi ideolojisinden olmayanı düşman görüyor. Görüş farkından en fazla rakip sayacağımız birini düşman görmek ciddi bir sorundur. Çünkü bilindiği gibi rakip geçmek içindir, düşman yok etmek için. Hal böyle olunca, düşman gördüğünüz biriyle tartışmak ölüm kalım meselesine dönüşüyor.
İkincisi, insanlar kendi düşüncelerinin en doğru olduğunu kabul ediyorlar. Bu kabule dayanarak kendi düşünceleri ile özdeşleşiyorlar. Bu özdeşleşmeden dolayı, düşüncelerinin eleştirilmesini şahsi algılıyorlar. Bu algıyla yola çıkanlar, düşüncelerinin eleştirilmesine sinirleniyor, kırılıyor, üzülüyor. Yani tartışmaya tamamen duygusal boyuta evriliyor.
Üçüncüsü, her ideolojinin kutsalları var. Kimse kutsalına laf ettirmiyor. Bu kısıtlama nedeniyle sağlıklı bir tartışma yapılamıyor. Geriye aidiyet üzerinden laf sokmak, hakaret etmek, küçük düşürmek, alay etmek kalıyor. Herkes varsa yoksa karşıyı susturmak, tuzağa düşürüp ağzından çıkacak bir laf ile kündeye getirmek derdine düşüyor. Tabii çok geçmeden iş çığırından çıkıyor ve tartışma kavgaya dönüşebiliyor.
Dördüncüsü, iki taraf birbirini yenmek derdine düştüğü için taraflar gergin oluyor. Gerginlikten duygular şelale olduğu için, akıl olay mahalline bile uğrayamıyor. Akıl devre dışı kalınca akıllıca bir sonuca ulaşmak mümkün olmuyor.
İnsanlar farklı ortamlarda, farklı kültürlerde, farkı değerleri önemseyerek büyüyorlar. Bu farklılıklar algımızı, bakış açımızı oluşturuyor. Her bir kişi aynı olaya birbirinden farklı anlam veriyor, farklı algılıyor. Bu yüzden algıladıklarımız nesnel değil özneldir, yani kendimize özgüdür. Yöresel bir kültürde yetişenlerin hayata bakış açısı nispeten daha dar oluyor. Bu insanlar daha çok kendi gibi insanlarla oturup kalktığı için kendine benzemeyenlerden korkuyorlar.
‘Balık gölde büyür,’ demişler. Evrensel bir kültürün bir parçası olabilenler, çok çeşitli insanlarla oturup kalkanlar, herkesin insan olduğunu daha iyi kavrayabiliyorlar. Herkesi insan gibi görenler, farklıkların doğal olduğunu anlıyorlar. Ancak bu anlayışa erişebilenler amacına uygun bir tartışma yapabilirler.