İnsanın bir hedefi olmasının, bir sonuca odaklanmanın birçok faydası vardır, bunlar:
Birincisi, kendini her daim meşgul edecek tatlı bir telaşı olmuş olur. İkincisi, hedefe ulaşınca elde edeceklerinin hayaliyle yaşamak içini coşturur, daha istekli, daha hırslı, daha enerjik olur. Üçüncüsü, hedefiyle meşgul olurken duyduğu coşkudan dolayı, diğer olumsuz şeyler gözüne gözükmez, çektiği zorluklara aldırmaz, her sabah uyanmak için harika bir sebebi vardır. Dördüncüsü, hedefe kilitlendiği için kendi iç dünyasını bile duyamaz olur. Böylece hiçbir sıkıntısının olmadığını, her şeyin yolunda olduğunu sanır.
Hedefin kendisi iyidir ama hedefe ulaşmak beklenen coşkuyu vermez. Hatta hedefe ulaşan adeta bir enkaza döner. Çünkü kişi sakinleşip kendine gelince, uzun zaman kulak vermeği duygularının feryadını duyar. O anda kendine bile sağır olduğunu, bu yüzden coşkusun sahte olduğunu hayretle ve kederle fark eder.
Bir sonuca odaklanıp ona ulaşmak için uğraşmak hayata atılacak gençler için çok gereklidir. Bir meslek sahibi olmuş, bir hedefe ulaşmış ve hüsrana uğramış olanlar genellikle yeni bir hedef koyarak yoluna devam ederler. Oysa bir hedef peşinde koşmanın kazandırdıkları kadar kaybettirdikleri de vardır, bunlar:
Birincisi; bir hedefe kilitlenenlerin kitaplarında başarısızlık yazmaz. Başarmak için bir şeylerin yanında, bir şeylerin karşısında olurlar. Yürüdükleri yolda kendilerine yararlı olanlara dost, olmayanlara düşman derler. Bazen bu düşman hava durumu, işine mani olan bir sevdiği bile olabilir. Yani çevresine karşı duyarsılaşırlar. İkincisi, ben hedefe ulaşınca mutlu olacağım diyerek, bugünü yaşamaz, olan bitenden tat alamazlar. Üçüncüsü, kendine bile duyarsız olduğu için kendi sorunları ile yüzleşemezler.
Kendi sorunları ile yüzleşemeyenler, bir görev adamı gibi yaşayıp ölürler. Sanki bu dünyaya kendisinden beklenenleri yapmaya gelmişlerdir. Kendilerine; ‘Bana bu görevi kimler vermiş, ben neden bu görevlere talip oluyorum? Bu görevleri yapmam gerektiği fikri ile hareket ediyorum ama gönlüm bu işe razı mı?’ gibi sorular sormazlar.
Bu soruları sonralar muhtemelen şöyle bir cevap bulurlar; ‘Meğer ben kendine verilen rolü sadık bir şekilde yapan biri olmuşum, kendimi hep ihmal etmişim!’ Bu ne büyük bir hayal kırklığı, ne büyük bir acıdır. Ancak bunun farkına varmadan bir robot gibi yaşamak bundan daha acı değil mir?