Bir adam, süredir arkadaş olduğu kız arkadaşını evine davet etmiş. Kadın, daveti kabul etmiş. Birlikte adamın evine giderlerken, kadın bir ayakkabı mağazasının önünde durmuş, ayakkabılara bakarken, eliyle işaret ederek, “Şu ayakkabı ne kadar güz, değil mi?” demiş. Adam, “Endişelenme sevgilim onu sana alacağım,” demiş. Bir süre sonra kadın bir giyim mağazasının önünde durmuş, “Şu elbise ne kadar güzel, bana çok yakışır,” demiş. Adam yine, “Evet güzelim sana çok yakışır, onu da alacağım sana,” demiş.
Eve varmışlar, yemişler, içmişler sevişmişler. Geri dönerken kadın elbiseyi gördüğü mağazanın önünde durmuş, “İşte bana alacağın elbise,” demiş. Adam, şimdi sırası değil,” diye terlemiş. Bir süre sonra, ayakkabı mağazasının önüne gelince, kadın, “İşte beğendiğim ayakkabı orada,” demiş. Adam, Hemen gidelim, benim acelem var,” demiş. Kadın üzülmüş ve ağlayarak, “Daha iki saat önce verdiğin sözünden dönüyorsun,” demiş.
Adam, “Sevgilim benim bir huyum vardır. Ben sertleşince yumuşarım, yumuşayınca sertleşirim,” demiş.
Cinsel arzusu adamı ele geçirince, tatmin olmak adamın tek amacı oluyor. Arzunun bakısıyla her şeyi yapmaya hazır hale geliyor. Tatmin olduğunda artık baskı ortadan kalktığı için, verilen sözler hemen unutuluyor. Ne zamana kadar? Tabii ki arzusu yeniden onu ele geçirinceye kadar.
Günümüzde insanların ekseriyeti arzularının tatmini için yaşıyor. Arzular, içgüdüseldir, insancadır ve tatmin edilmelidir. Ancak arzu tatmini tek amaç olursa, bu içgüdülere göre yaşamak anlamına gelir. İçgüdülere göre yaşamak, yemek, içmek, çiftleşmek, tuvalete gitmekten ibarettir. Üstelik arzular, aynı acıkmak gibi kısa süreliğine tatmin edilebilir. Sadece arzularının peşinde giden bir insan kısa süreliğine huzur bulabilir.
İnsanı insan yapan, sevmek, farkında olmak, yaratıcı olmak, dingin olmak, huzurlu olmak gibi değerler, içgüdüsel yaşamın bir adım ötesindedir. Arzuların pençesinde esir olmaktan kurtulup, bilge insan olmaya adım atmadan beklenen huzur, dinginlik hiçbir zaman gelmeyecektir.