İnsanda üç ana merkezin olduğu kabul edilir. Bunlar içgüdü, kalp(ruh) ve kafadır. İçgüdü, hayatta olmak, hayatta kalmak ve çoğalma işlerini yerine getirir. Akıl gündelik hayatta karşılaştığımız sorunlara çözüm sunar. Kalp ise, sezgiseldir.
Sezgi; gerçeği, deney yapmadan, usa vurmadan, içeriden kavrayabilme, tanıyıp bilme yetisi olarak tanımlanıyor.
Aklımızın bir şeye yatması için bir delil, bilimsel bir kanıt isteriz ama sezgide ne bilimsel kanıt, ne delil vardır. Sezgi aniden ortaya çıkıverir, onun geleceğine dair emare, geldiğini ölçebilen bir cihaz yoktur. O sadece bir histir. Bazılarına göre ruhun bir tepkisidir. Sezginin mantıksal bir açıklaması olmadığı için bazıları için sezgi anlamsızdır.
Sezgi, yalnızca çözüm üretir. Hayatımıza anlam, keyif, mutluluk ve sevinç getirir. Müthiş bir sessizlik ve dinginlik getirir. Sezgiden sevgi, sanat, estetik, yaratıcılık doğar. Sanatçıların ilham geldi dedikleri şey, muhtemelen sezgiyle buluşmadır. Bu yüzden sezgisi güçlü insanlar sanatçı olurlar, şiir yazarlar, resim, heykel, beste yaparlar.
Sezgi, hayatımıza anlam, keyif, mutluluk ve sevinç getiriyorsa; sezgileri güçlü olanlar, ortalama insanın yaşadığı sıkıntıları yaşamıyorlar. Öyleyse ne duruyoruz hemen sezgilerimizi güçlendirelim. Güçlendirelim ama o zaman mantıktan vazgeçmemiz gerekiyor, neden mi?
Sağ beyin, sezgisel, içgüdüsel, duygusal, üreticilik, yaratıcılık vb. işlevlerin merkezidir. Sol beyin; matematiksel, mantıksal, gerçekçilik, analiz, disiplin vb. işlevlerin merkezidir. Sezgi sağ beynin işlevi olduğundan, sezgisi yüksek olanlar pek mantıklı olamıyorlar. Zaten sezgilerini hissedebilmelerinin nedeni, mantığı az kullanmaları.
Bilindiği gibi erkeklerde sağ beyin, kadınlarda sol beyin hakimdir. Dünya düzeni, daha güçlü olan erkekler tarafından mantık üzerine kurulmuştur. Dünyada mantıkla yer ediniyorsunuz. Mademki mantığını iyi kullananlar en önde oluyor, herkes en iyi mantık kullanan olmaya çalışıyor. ‘En önde,’ dediklerimiz, en çok dünyalık elde edenler. Mantığı iyi kullananlar dünya malından çok edinirken, sezgilerini ve içgüdünü ihmal ediyorlar.
Her şeyi mantıkla halletmeye çalışan dünya düzeninde, insanlar kendisinden üstün bir mantığın peşinden gidiyor. Adeta bir sele kapılmış gibi yaşıyor. Mantık onları, içgüdülerini ve sezgilerini duyamayacak kadar meşgul ettiği için, sadece mantığın sesini duyuyorlar. Mantığın peşinden giderek, huzur bulamayanlar, bir arayışa gidiyorlar. Mantık iktidarını kaybetmemek yani kişinin sezgiye ve içgüdüye yönelmesini önlemek için, onlara, huzur yarınlarda diye fısıldayarak, umut veriyor. Bu durumda insanın önünde iki seçenek vardır. Birincisi, yarınlarda huzur bulacaklarını umut ederek beklemek, ikincisi, doğasına uygun yaşayarak gerçek huzura kavuşmak.