Her bebek bir kültüre doğar. O yörenin kültürü, çocuğun doğal özelliklerini, toplumun kabul edeceği ve etmeyeceği şeklinde sınıflandırır. Bu sınıflandırma olmasa çocuk toplumun değerlerini kavrayamaz, uyum gösteremez, uygar davranış tanımlanamazdı. Bu sınıflandırma ile çocuğa bazı yanlarını cesurca göstermesi, bazı yanlarını gizlemesi tembihlenmiş olur. İşte bu tembih ile çocuk gizlemesi gerekenleri bilincinin bir bölümüne gönderir. Bu bölüme insanın karanlık yanı denir.
Çocuğun bir karanlık yanı oluştuğunda, bir bütünken ikiye bölünmüş hale gelir. Tıpkı her yanı aydınlanmış dolunay olmak yerine, yarısı karanlık yarısı aydınlık olan yarım ay gibi olur. Ancak gelgelelim reddedilen ve kabul görmeyen bu yüzden hor gördüğümüz yanlarımız toplumdan topuma değişiklik gösterir. Bazı toplumlarda insanların en doğal yanları bile kabul görmeyebilir. Yani insan kendi doğasının bazı yanlarını reddetmiş, onları hor görmüş olur. Reddedilen, hor görülüp karanlık yana gönderilenler çekip gitmez, yok olmaz. Uzunca süre karanlıkta bekleyebilirler ama illa ki gün yüzüne çıkmak isterler. Bunun için sık sık kendini hatırlatırlar. Örneğin; erkekle kadının ele tutuşmasının kötü gören biri, bunu karanlık yanına gönderir fakat el ele tutuşan kadın ve erkek görürse öfkelenir. Çünkü karanlık yanda bekleyen bu doğal istek gün yüzüne çıkmayı talep etmiş, kendisi ise onun karanlık yanda kalmasını istemiştir. Yani aslında öfkenin sebebi kendi iç çatışmasıdır. Sonuç olarak; insanı öfkelendiren her ne varsa o şey kendisinin karanlık yanında mevcuttur.
Karanlık yanımızda bekleyen, gün yüzüne çıkmasına izin verilmeyen her ne varsa zamanla çok güçlü enerji biriktirirler. Biriken bu enerji, bastırılamayan öfke, mani olunamayan düşüncesiz davranış, depresyon, bilinç dışının neden olduğu kazalar şeklinde ortaya çıkar.
İnsanın doğduğu kültüre ayak uydurabilmesi için karanlık yanının olması kaçınılmazdır. Ayrıca karanlık yanımızı toplumdan saklamazsak çekilmez, kabul görmez biri oluruz. Ancak karanlık yanımızı kendimizden de gizlersek kültürün oluşturduğu bu bölünmeyi onarıp bütün olamayız. Bütün olamadığımızda karanlık yanımızı daha ziyade başka kültürden, başka ırktan, başka dinden olanlarda görme eğilimine gireriz. Karanlık yanımızı hatırlatan herkese kolayca öfkeleniriz. Öfkeyi ya dışımıza ya da kendimize yöneltiriz. Dışarı yöneltirsek aksi, geçimsiz, çekilmez oluruz, kendimize yöneltirsek hasta oluruz.
İnsanın yaratıcı olduğu kadar yıkıcı olduğunu, içimizde bir meleğin bir de şeytanın olduğunu herkes içten içe bilir. Bunu görüp kabul edebilenler, yarısı karanlık yarımay yerine her yanı aydınlık dolunay gibi olurlar.