Her bebek bir topluma, daha doğrusu bir kültüre doğuyor. Her kültürün kendi değerlerine uygun, bir örnek insan, bir ideal insan tanımı oluyor. Doğan her çocuk, toplumun beğeneceği o ideal insan gibi olmaya zorlanıyor. Bu zorlamanın yarattığı sorunlar şunlardır:
Birincisi, çocuğu ‘ideal insana’ benzetmek amacıyla; ‘Biz seni olduğun halinle sevmiyoruz, olması gereken gibi biri olursan seni severiz,’ mesajı veriliyor. Çocuk bu mesajdan, ‘Kendisinin olduğu gibi sevilecek biri olmadığını’ anlıyor. Bir aileniz var ve onlar size ‘seni koşulsuz sevmeyiz’ diyorlar. Böylece çocukluğun en önemli gıdası olan sevgiyi, olması gereken gibi biri olması koşuluna bağlıyorlar. Koşulsuz sevgi görmeyen çocuk, çocukluğun en önemli gıdasından mahrum kalıyor. Böyle yetişen çocuklar ömrü boyunca, bu gıdayı anne babasından almak için uğraşıyor. Onlardan alamıyorsa başkalarından almak için çabalıyor. Bütün hayatını bu açlığı doyurmak üzere çabalamakla geçmesine rağmen hiçbir şekilde doyuramıyor.
İkincisi, çocuğu ideal insan yapmak için takınılan tutum. Bazı aileler sevecen olurken bazı aileler sert, zorba hatta zalimce davranmayı seçebiliyorlar. Zalimce davranışlara maruz kalan çocuklar sevginin kırıntısını bile göremediği için hayatları cehennem hayatına dönüyor.
Üçüncüsü, hemen tüm kültürlerde ideal insandan beklenen en önemli özellik; anne babaya, büyüklere, öğretmene, din adamına vb saygı göstermesidir. Büyükler, ideal insandan en çok kendilerine bağlılık istiyor ve bunu vurguluyorlar. Yani çocuğa anne babana ve seçili insanlara saygıda kusur etmeyeceksin deniyor. Seçilmiş insanlar sana zalimce davranmış olsalar bile; ‘Onlar bunu senin iyiliğin için yapmıştır, onun için; onlara içinden bile öfkelenemezsin, onlara karşı gelemeyeceksin’ deniyor. Çocuğun vücudunun doğal bir tepkisi olan duygularına gem vuruyorlar. Çocuk kendisine yapılan zalimlikleri hatırlıyor ama onları yapanlara kızarsa kendinin ahlaksız, günahkar, kötü biri olduğunu düşünüyor ve suçluluk duyuyor. Bu yüzden kendi duygusunu gizlemeye, bastırmaya, yok saymaya zorlanıyor.
Hissedilen duyguları görmezden gelmek, bastırmak, inkar etmek, onları yok etmediği gibi, hissedilmeyen duyguları hissediyor gibi yapmak güzel duygu doğurmuyor. Üstelik görmezden gelinen duygular, gün gelip hesaba alınmak ifade edilmek için bekliyorlar. O gün gelmezse kendilerini hatırlatmak için bedeni hasta ediyorlar.
Çocuklarını kendi güvencesi yapmak isteyen ebeveynler, onların özgür bir yetişkin olmasına izin vermiyorlar. Olması gereken için olanı kurban ediyorlar. Öyleyse ne yapmalı? Burada iki yol var gibi görünüyor. Birincisi kurban olmaya devam etmek, ikincisi bunun idrakine varmak. İdrakine varanlar bundan sonra ebeveynlerin öğrettiğine şüpheyle bakıp kendi kalplerini esas almalıdırlar. Kalp yapılanları onayladığını da, reddettiğini de açık bir şekilde belli eder.