Bir adam düşmanını öldürmek için fırsat kolluyormuş. Ay ışığının olmadığı zifiri karanlık bir gecede düşmanının evine gitmeye karar vermiş. Eve gitmiş, kapıyı yoklamış, kapının açık olduğunu görmüş. Yavaşça kapıyı açınca karşısında eli silahlı, silahını kendisine doğrultmuş, güçlü kuvvetli bir adam görmüş. Bu adamın bir fedai olduğunu, pusuya düştüğünü sanmış. Artık düşünecek zaman değil deyip, tetiği çekmiş.
Büyük bir gürültü kopmuş. Sağına, soluna, yere bakmış yerde yatan bir adam görememiş. Sadece kendi silahından tüten duman ve paramparça olmuş ayna kırıklarını görmüş.
Hikayedeki adam düşmanını öldürmek isterken aynadaki görüntüsüne ateş etmiş. Belki de bilmeden doğru şeyi hedef almış. Çünkü dışımızda sandığımız düşmanı içimiz üretiyor.
Hayatın akışına uyum sağlayacak kadar yaratıcı olamayanlar, gün gelir tıkanırlar. Tıkandıklarında hayatın onlara yardım etmediğini, şansız olduklarını düşünürler. Bu düşünce ile isyan duyguları filizlenir. Bu hale gelen insanların önünde kabaca iki yol vardır. Birincisi; ‘Başıma gelenlerin sorumlusu benim. Demek ki bazı şeyleri yanlış veya eksik yapmışım. Daha iyisini yaparak durumu düzeltirim,’ diye düşünüp çıkış aramak. İkincisi; ‘Başıma gelenlerin sorumlusu ben değilim,’ diye düşünüp suçlu aramak. Arayan mutlaka bir suçlu bulur. Genellikle suçlu kahpe felektir ama eş, dost, komşu, hatta evlat, anne baba bile olabilir.
Bir kere suçlu bulundu mu, tüm kötülüklerin anası olan düşman bulunmuş olur. Artık isyan nefrete evrilir. Nefret aklı baştan alır. Akıl baştan gidince, kişi, ‘Düşmanımı yok etmeden bana rahat yok,’ diye düşünür. Bu düşünce oluştuktan sonra kişi sadece düşmanı için yaşamaya başlar.
Dostu için yaşayan insan görmek neredeyse mucize iken, düşmanı için yaşayan çoktur. Yani neresinden bakarsanız bakın, çoğumuz nefretle yaşıyoruz. Sevgiyi değil nefreti öğrenmişiz. Dünyanın tehlikeli olduğu, kendimizi korumamız gerektiğine inanmış ve buna nazaran düşmanlar üretmişiz. Dünyanın tehlikeli olduğunu ispatlayacak pek çok sebep gösterilebilir. Zaten böyle görmemiz için eğitildik. ‘Dünyayı nasıl görüyorsan, dünya öyledir,’ derler, acaba dünyayı öyle gördüğümüz için öyle olabilir mi?
Başıma gelen tüm kötülüklerin suçlusu düşmanımdır diyen bir bilinç, düşmanı ölürse tüm dertlerinin biteceğini sanır. Oysa düşmanı öldüğünde yaşam amacının yok olduğunu hayretle görür ve üzülür. Bu yüzden derhal yeni bir düşman üretir.
Düşmandan kurtulmak isteyenler, içindeki düşman üreten bilinci öldürmelidir.