Kadın, kocasına; “İlk tanıştığımız dönemde durmadan kur yapar, etrafımda döner, iltifatlar ederdin. Şimdi bunların hiç biri yok. Sen artık beni eskisi kadar sevmiyorsun,” diye sitem etmiş.
Adam; “Canım, o dönemde aşk aklımı başımdan almıştı, gözlerim hayallerimdeki kadını görüyordu. O dönem olanları adeta bir kampanya gibi düşünmemiz lazım. Artık o zamanlar geride kaldı. Sanırım senin için de aynısı oldu,” demiş.
Hemen hemen tüm evliler eşleri hakkında hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü aşk ateşi yanarken her şey tozpembe görünür. Gün gelip aşk ateşi söndüğünde gerçekler görülür ve hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.
Bir insanı önce başka, sonra başka gören gözümüz değil bilincimizdir. Gözler görüntüyü beyne yansıtır, bunları değerlendiren, ona mana veren bilinçtir. Beyne ulaşan verileri, mevcut bilgileri ile kıyaslayan bilinç, ona; güzel-çirkin, büyük-küçük, iyi- kötü, renkli- renksiz, yararlı- zararlı, vb diye niteleyip sınıflar. En sonunda neyi nasıl yapacağına karar verir.
Demek ki bir insanın karar verebilmesi için, ilk önce kıyas yapabileceği bir bilginin olması gerekiyor. İşte bunun farkında olan toplum, itaat edecek fertler yetiştirmek için, çocuğun beynine kıyas yapacağı bilgileri itina ile yerleştirir. Bu bilgileri alıp kabul edenlerin beynine bir ‘olması gereken,’ şablonu inşa edilmiş olur. Böylece toplumun amacı gerçekleşmiş olur.
‘Olması gereken,’ olanı yadsımaktır. ‘Olan’ doğanın ta kendisidir. Olanı kabul etmeyip, olması gerekeni aramak doğayla savaşmaktır. Böyle bir insan, herkesin olması gereken gibi giyinmesini, buna göre davranmasını, buna göre oturmasını, buna göre kalkmasını bekleyecektir Kendi için bile, ‘Ben şuyum, bu olmalıyım,’ diyen bu insanlar, bırakın başkalarını kendini bile olduğu gibi kabul edemezler. Bunların yakınında olanların işi zordur. Zira çocuğum şöyle olmalı, eşim böyle olmalı, komşum, mahallem, köyüm, kentim, ülkem derken, dünyanın nasıl olması gerektiğine kadar uzatırlar.
Çevremizdekilerin neredeyse yüzde doksan dokuzu böyle. Akşama kadar şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı deyip duruyorlar. Onlara göre hiçbir şey olması gereken gibi değil! Her şeyden şikayet eden bu insanlar, şikayet kaynağının kendi bilinçleri olduğundan ne yazık ki hiç şüphelenmiyorlar.
Bir insan dünyada sadece kendini, yani kendi bilincini değiştirebilir. Kendini değiştirmek yerine, her şeyi kafasındaki ‘olması gerekene’ uydurmaya çalışmak sadece sıkıntı üretir. Bu derdin tek devası bu bilinci değiştirmektir.