İnsanlar arası iletişimde sık sık yanlış anlaşılma kazası yaşanır. Bu yüzden pek çok insan yanlış anlaşıldığından şikayet eder. Aynı dili konuşuyor olmamıza rağmen nasıl oluyor da, meramımızı karşımızdakine anlatamadığımıza, anlatılmak istenen ile anlaşılan arasındaki anlam farkının nereden kaynaklandığını bilemez, böyle durumlara şaşar kalırız.
Şaşarız şaşmasına ama aslında bu anlam farkı olması normal, olmaması anormaldir. Çünkü her ne kadar aynı dili konuşuyor olsak da her birimizin bilinç seviyesi farklıdır. Her insanın ekonomik, sosyal, coğrafi şartları, aldığı eğitimler kendine hastır ve onun bilinç seviyesini oluşturur. Dünyada birbiriyle tamamen aynı şartlarda ve koşullarda yetişmiş iki insan bile yoktur. İşte bu yüzden kiminle konuşursanız konuşun anlatan başka telden çalar, anlayan başka telden.
Birisi için apaçık olan bir şey, bir başkası için anlaşılmaz bir şey olabilir. Örneğin, kör bir adama ışığı anlatamazsınız. Kör adam kendince fikir yürütecek, eğer ışık diye bir şey varsa getirin ona dokunayım, ya da sesini duyayım veya onu bir şeye sürteyim ki sesi çıksın vb. diyecektir. Çünkü ışık anlatılamaz sadece görülebilir. O yüzden köre ışığı anlatamazsınız. Tıpkı bunun gibi bazı konulara kör olanlar vardır, anlatılan konuyu anlayacak kadar eğitimi olmayanlar vardır, bunlara her şeyi anlatamazsınız.
Bir dini kitabı yada diğer bir kitabı okuyan, bir film seyreden, bir ders dinleyen kişi sadece kendi bilinç seviyesi ölçüsünde bir şeyler anlayacaktır. Kitabı okuyanlar da, filmi seyredenler de, dersi dinleyenler de, onların verdiği mesajı bulmaktan ziyade, onlarda kendi aradıklarını bulacaklardır. Her kitap, her film, her hoca hakkında binlerce farklı yorum olmasının nedeni bundandır. Dinlerin bir tek kitabı olmasına rağmen pek çok farklı mezhebin doğması bundandır. Aynı dinin mensupları anlam farkından dolayı birbirilerini düşman ilan edip, birbirleriyle savaşıp, birbirilerini öldürmeleri bundandır.
Bir tek dünyamız olmasına rağmen dünyadaki insan sayısı kadar dünya yorumu vardır. Bir başka deyişle herkesin dünyasını kendi bilinç seviyesi oluşturmaktadır. İşte bu yüzden her zaman vurgulanan şey, dünyayı değiştirmek isteyenler, kendi dünyasını yani; bilinç seviyesini, bakış açısını, yorumunu değiştirmelidir.
Bazı insanlar kendini değiştirmeyi, korkaklık, acizlik, pasiflik, edilgenlik, geri adı atma gibi görürler ve buna itiraz ederler. Sanırım bunlar ya varoluşun gücünü bilmiyorlar, ya da kendi güçlerinin farkında değiller. Varoluşu bir okyanus kabul edersek, insan olsa olsa okyanusta bir dalga olabilir. Hiç dalga okyanusu değiştirebilir mi? Kendini değiştirmeye direnenler kim bilir kaçıncı hüsrandan sonra bunun gerekliliğine ikna olabileceklerdir.