Amerikalı üç arkadaş oturmuş sohbet ediyorlarmış. Birincisi, “Benim yüzüm tıpkı Winston Chorchill’e benziyor. Beni görenler, o sanıyorlar,”demiş.
İkincisi, “Ah sormayın beni de Richart Nixon’a benzetirler. Bazen polislerin selam verdiği bile oluyor,” demiş.
Üçüncüsü, “Sizinkiler de bir şey mi, beni Tanrı sanıyorlar,” demiş. Diğer ikisi ‘Hadi canım, olur mu öyle şey. Bu nasıl olabilir ki!’ diye itiraz etmişler.
“Bakın anlatayım,” demiş üçüncüsü; “Dördüncü kez tutuklanıp ceza evine gittiğimde, gardiyan beni görünce, ‘Tanrım, yine mi sen geldin’ diye haykırdı,” demiş.
Bebek dünyaya gelirken yanında kimliğini, kişiliğini getirmez, kendisi olarak doğar. Doğar doğmaz kimliği oluşur. Örneğin Denizli’de Müslüman bir ailenin çocuğu, daha doğduğunda; cinsiyeti, yöresi, milliyeti, dini ve ismiyle beraber, dört dörtlük bir kimlik sahibi olur. Daha sonra buna, sosyal kimliği, ideolojisi vb ilave olur ve tam tekmil kimlik ortaya çıkar.
Çocuğun kişiliğini ise ailenin durumu ve çevrenin koşulları belirleyecektir. Koşulların ağır olduğu yerlerde büyüyen çocuk ile refah bir toplumda büyüyen çocuğun kişiliği farklı olacaktır.
Şimdi çocuk kendisi olarak doğmuş, sonra bir kimliği ve bir kişiliği olmuştur. Çocuk kimlik sahibi olunca, kimliğini kendisi sanır. Zaten çocuğa kimlik verenlerin amacı da budur. Böyle yetişen bir insan, ne kadar kimliğinin hakkını verirse o kadar mutlu olacağını düşünür. Kimliğin tek gıdası, başkalarının beğenisi olduğundan kişi, kendini başkalarının memnuniyetine adamıştır. Toplum istediğini elde etmiş, kendine yararlı bir birey elde etmiştir.
Kimliğini kendisi sananlar, onu olduğundan büyük gösterme yarışına girerler. Bazen bu yarışta ölçü kaçar ve hikayedeki gibi komik duruma bile düşerler. Tabii bu anlamsız yarış aynı zamanda, içten içe müthiş bir rekabete yol açar ki; buna ‘Sen-Ben’ davası deniyor. Bu davayı güdenler kısır çekişmelerle birbirlerini yer bitirir.
Mutluluğunu başkasının beğenisine bağlayanlar ele muhtaç olurlar. El bu muhtaçlığı çok güzel kullanır. Bir gram sevgi için kullanılmak çok acıdır. Bu acıdan kurtulmak isteyenler, kimliği sorgularlar. Sorguladıkça, kimliğin sonradan giydirilmiş bir dış katman olduğunu, onu besleyerek bir sonuca varılamayacağını fark eder. Fark edenler, kendini ararlar.
Arayan elbet bulur. Bulanlar, kendinin ne istediğini bilirler. Kendi içinden gelenleri yaparak kendini memnun eder, mutlu olurlar.