Japonya’nın, yokluk yıllarında bir samuray, Eisai’nin zen tapınağına gitmiş. Ustaya; “Efendim ben hasta ve yoksulum. Ailem açlıktan ölmek üzere, lütfen bana yardım edin,” demiş. Ne Usta’nın ne de tapınağın kimseye yardım edecek durumu yokmuş. Usta tam Samurayı geri gönderecekken, tapınaktaki Buda heykelinin, başındaki altın hale aklına gelmiş. Altın haleyi heykelin başından koparıp samuraya verirken, “Bunu sat, bu seni bir süre idare eder,” demiş. Samuray hayli şaşırmış vaziyette haleyi almış, minnettarlığını sunmuş ve gitmiş.
Olaya şahit olan müritlerden biri, “Yaptığınız Buda’ya hakarettir! Bunu nasıl yapabildiniz?” diye bağırmış.
Usta, “Hakaret mi? Hıh! Heykeldeki haleyi işe yarar hale getirdim. Bu zavallı Samuray bu şekilde Budaya müracaat etseydi, Buda onun için bir uzvunu keserdi,” demiş.
Zen ustası hasta ve yoksul samuraya ve ailesine bir miktar yardım sunabilmek için, kutsalı bile hiçe sayıyor, olmayacağı olduruyor. Üstelik yaptığının bir hiç olduğunu, aynı durumda buda olsaydı, ‘Bir uzvunu keserdi,’ diyerek belirtiyor. Bunu ustaya yaptıran şey sevgiden başkası değildir. Ustaya yakışan da sevgiyle yaklaşmaktır. Zaten herkes kendine yakışanı yapmaz mı?
Müridine kalsa ustanın yaptığı yanlış! Ona göre yapılan Budaya saygısızlık! Buda heykeline saygı; açlıktan ölmek üzere olan birine yardımdan daha önemli! Müride bunu yaptıran saygı kılıfında tutuculuk, yobazlık değilse nedir?
Herkes kendi akına, bilgisine, görgüsüne, tecrübesine yakışanı yapar. Ortalama insan atadan dededen öğrendiği gibi yaşamak ister. Bildiklerinin dışına çıkmak, onlar için yok olma, dağılma gibi göründüğünden, değişmekten korkarlar. Bu korkuyla yeninin, değişimin yanına uğramadan yaşarlar. Hayatlarından şikayet ederler, olağanüstü bir gücün hayatlarını değiştirmesini beklerler, onun için dua ederler ama yine de isyan etmeden dertlerini çekerler.
Korkuyla yaşamak, cehennem azabından farklı olmasa gerek. Korku sevgi azlığıdır. Sevgi çoğaldıkça korku azalır.
Sevgiyi çoğaltmak isteyenler, önce onun önündeki engelleri kaldırmalıdır. Bunun için birincisi; en büyük korku kaynağı olan düşmanı irdelemeliyiz. Düşmanların çoğu, çocuğu istenilen kalıba sokmak için uydurulmuştur. Yani düşmanların çoğu sanal. İkincisi, herkese rekabet öğretildi. Rakip dediğin düşmanın bir alt kademesi. Rakip de düşman gibi sanaldır. Üçüncüsü; alan olmak yerine veren, eril olmak yerine dişil, baba olmak yerine ana, düşman olmak yerine dost, rakip olmak yerine bir olmanın yolları aranmalıdır.