Çevresinde sevilen sayılan bir peder, köyden köye giderken, ıssız bir alanda, bir hendekten acı bir çığlık işitmiş. Çığlığın geldiği yöne bakınca, yüzünde ve bedeninde derin yaraları olan bir adamın, ‘beni kurtarın,’ diye bağırdığını görmüş. Peder, ‘Böyle bir yerde yaralanan bir adam olsa olsa hırsızdır. Şimdi bu adamı kurtarmaya kalksam, ölürse benim öldürdüğümü sanırlar, başım belaya girer,’ diyerek yoluna devam etmiş. Birkaç adım atınca, yaralı adam, “Beni bırakma!” diye bağırmış. Peder biraz duraladıktan sonra yine yürümeye niyet edince, yaralı adam; “Yanıma gel Peder, biz çoktan beri arkadaşız,” demiş.
Peder yaralı adamın yanına gitmiş, yüzündeki yaraları ve korkunçluğu görünce irkilmiş, “Kimsin sen ben seni tanımıyorum,” demiş. Yaralı adam, “Beni tanıyorsun. Benimle her gün konuşuyorsun. Ben senin yaşamından bile daha değerliyim. Ben Şeytanım,” demiş. Peder, “Evet tanıdım, kilisedeki resmine tıpatıp benziyorsun. Sen Şeytansın. Ben senin ölmeni isterim, sana yardım etmem,” demiş. Şeytan, “Sen ne dediğini bilmiyorsun, ben senin huzur ve mutluluğunun kaynağıyım. Ben var olduğum için senin bir mesleğin var. İnsanları bana uymamaları konusunda uyarıyorsun. Ben olmazsam insanlar günah işlemeyecekleri için senin mesleğine ihtiyaç kalmaz. Benim korkumdan, beni def etmek için gidip dua ediyorlar o yüzden kiliseyi de Şeytan yarattı. Ben ölürsem korku duygusu ve günah yok olur. Günah yok olursa, günah savaşçıları da yok olur,” demiş.
Peder, “Evet, senin varlığın günaha girmeyi sağlıyor. Bu da tanrının kullarını ölçme birimi. Günah ortadan kalkarsa cehennem korkusu yok olur. Kimse kiliseye gelmez ve ibadet etmez o da günaha yol açar. Senin varlığın insanlığı kötülükten ve günahtan koruyor,” demiş. Sonra Şeytanı sırtına alıp tedavi etmek amacıyla evine götürmüş. (Halil Cibran’ın ‘Şeytan’ adlı öyküsü)
Dünyada her şey zıddıyla var olur. Çünkü insanlar hiçbir şeyi zıddı olmadan anlayamaz. Örneğin düşman olmadan dostu, kötülük olmadan iyiliği anlamak zordur. Hikayede yazar, şeytan olmadan Tanrı olamayacağını harika anlatmış.
Zıtlar anlamamıza yardımcı olduğu gibi bizi iki kutuptan birini seçmeye zorluyor. Hangisini seçeceğimizi toplumun bize bellettiği değerlerden öğreniyoruz. Çok masum gibi görünen bu değerler, ne yazı ki; hem çok göreceli, hem de çok eskilerden kalma yığınla yanlışı barındırıyor. Zaten tartışmalı olan değerlerin içinde; zamanın ruhuna uymayanları mı arasın, insanın biyolojisine, psikolojine uymayanı mı ararsın, akıl ve mantıktan zerre nasibini almamış olanı mı ararsın, ne ararsan var.
Bunlardan daha vahimi, yapılan seçimlerle, bir bütün olan yaşamı, doğrular yanlışlar, iyiler kötüler, güzeller çirkinler, sevaplar günahlar, dostlar düşmanlar, dinimizden olanlar, olmayanlar vb diye bin parçaya bölüyoruz. Böldüklerimizin belki onda birinin tarafı olurken, onda dokuzunun karşısında oluyoruz. Dünyada bu kadar çok şeyi karşısına alan kişi sıkıntıdan kurtulamaz. Seçim yapmak yerine ortada kalabilenler, hiçbir şeyin tarafında ya da karşısında olmayacak, böylece sıkıntının kaynağı kuruyacaktır.