Üstü başı dağınık, ağzından ağır bir alkol ve sigara kokusu yayılan, sallana sallana yürüyen bir adam, belediye otobüsüne binmiş. Otobüsün içine şöyle bir bakmış ve gidip papazın yanındaki boş koltuğa oturmuş. Papaz sarhoş olduğu her halinden belli olan bu adamın yanına oturmasından çok rahatsız olmuş. Adam papaza dönmüş ve “Peder size bir sorum olacak, eklem ağrısı neden olur?” demiş.
Papaz adama tiksinircesine bakarak, sert bir ifadeyle; “Ahlaksız bir yaşam. Çok fazla sigara, alkol tüketmek ve ahlaksız kadınlarla düşüp kalkmak,” demiş. “Öylemi!” demiş sarhoş endişeli bir sesle, sonra devam etmiş, “Desenize başımıza taş yağacak.”
Bir süre sessizce yola devam ettikten sonra papaz, yanındaki adama sert davrandığı için pişmanlık duymuş ve onun gönlünü almak amacıyla; “Özür dilerim evladım, sana sert çıkmak istemezdim. Ne zamandan beri eklem ağrın var,” diye sormuş. “Benim eklem ağrım filan yok. Gazetede, Papa’nın eklem ağrısının olduğu haberini okumuştum da, ondan sordum,”demiş.
Papaz, içki ve sigara içen serseri kılıklı adamın, günahkar olacağını varsayıyor. Bu varsayımla bakan gözler aradıklarını hemencecik görüyor. Sonunda işin aslının göründüğü gibi olmadığını anlaşılmış ama iş işten geçmiş.
Evrenin kendine has bir düzeni var. Sayısız galaksideki, sayısız gezegenden birinde, Dünya gezegenindeyiz. Dünyadaki koşullar yaşadığımız ortamı var ettiği için, burada bir sürelik yaşam bulmuşuz. İnsan bu yaşamı ya kendi planlayabilir, ya da toplumunun kendisine sunduğu, senaryo bir yaşama razı olabilir.
Eğer herkes kendi yaşamını planlarsa, toplum oluşamaz. İşte bu yüzden, bebek daha dünyaya gelir gelmez, toplumun bir elemanı olması için, anne babalar, okullar ve din adamları hep birlikte çocuğu eğitime alırlar. Bir toplum olmaya, birlikte yaşamaya elbette ihtiyaç vardır. Ancak toplum bir ideolojisi olmadan düzenini koruyamaz.
İnsanlar kendisine verilen ideolojiden ne ölçüde etkilenirse, o ölçüde, o görüşün militanı oluyorlar. Aşırı etkilenenler, bir insan, bir birey olduğunu, hatta kendi biyolojileri, psikolojileri, duyguları ve aklı olduğunu dahi unutuyor. Bu hale gelenler başkalarına, ‘Bu insan bizden mi, değil mi, yani dost mu düşman mı?’ diye bakıyor.
Gözler aklın dürbünü gibi işlev gördüğü için, kimin aklı neyle meşgul ise onu arıyor ve aradığını buluyor. Çiçekleri, böcekleri, güneşi, gün batımını, gök kuşağını, neşeyi görmek isteyenler, ideolojiden arınmanın ve yansız bakabilmenin yolunu bulmalıdır.