Bir zamanlar, Japonya kraliçesine, bir hizmetçisi aşık olmuş. Hiç olacak iş değil ama gönül ferman dinlememiş. Kral durumu fark ettiğinde küplere binmiş. Bu rezaletin duyulmasının hiç de hoş olmayacağını düşündüğü için hizmetçiyi çağırtmış, “Aslında derhal kelleni aldırmam lazım ama seni sevdiğim için, sana bir ayrıcalık tanıyacağım. Bir kılıç al ve karşıma geç. Hayatta kalan kraliçenin kocası olsun,” demiş. Hizmetçi, “Yüce kralım bu teklif çok merhametli gibi görünüyor ama ben hiç kılıç kullanmadım. Oysa siz bir kılıç ustasısınız. Bu yüzden size karşı kazanma şansım hiç yok,” demiş.
Kral, “Başka bir şansın yok,” deyince hizmetçi mecbur eline kılıcı alıp kralın karşısına geçmiş. Dövüş başlamış. Hizmetçi, ölüm korkusuyla, ondan beklenenin üç beş misli bir güçle saldırmış. Üstelik kılıcı nasıl kullanacağını bilmediği için, hamleleri kuralsız ve beklenmedik biçimdeymiş. Kral böyle bir saldırı karşısında şaşırmış, ne yapacağını bilemez olmuş ve emirle dövüşü durdurmuş.
Kral, “Hayatımda böyle kılıç kullanan ve bu kadar güçlü saldıran hiç kimse görmedim. Bu nasıl oldu?” diye sormuş. Dövüşü izlemekte olan baş vezir, “Efendim ben bunun böyle olacağını tahmin etmiştim. Siz bir kılıç ustası olduğunuz için bu dövüş sizin için sıradan bir şeydi. Oysa hizmetçi için bu dövüş ölüm kalım meselesiydi. O yüzde o bütün enerjisini ortaya koyduğu için çok güçlü hale geldi,” demiş.
Vücudumuz hayati tehlike anı için, derhal kullanılabilecek enerjiyi depolar. Böyle bir an geldiğinde depodaki enerji devreye girer ve vücudun gücü şaha kalkar. Hikayedeki hizmetçi de olan şey budur.
Vücudun gücünü ölüm kalım meselesi şaha kaldırırken, aklın gücünü şaha kaldıran şey şüphe etmektir! Duyduklarından şüphe edenler, adata ölüm kalım mücadelesi verir gibi; araştırır, sorar, soruşturur ve doğrulara ulaşır. Artık onun kendi doğruları vardır.
Kendi doğrularına ulaşanlar, toplumun kendisine aslı astarı olmayan pek çok bilgiyi dayattığını ve bu bilgilere hiç şüphelenmeden inanmasını tembih ettiğini anlar. İşte o zaman toplumun beklediği gibi bir şahıs olmanın anlamsızlığını görür ve toplumun dayatmalarında kurtulup özgür hale gelir. Özgür insan itaat etmez hatta gerektiğinde itiraz eder. İtaat etmeyen yönetilemez. Zaten tolum bunu bildiği için, itaat eden insan yetiştirmeye çalışır.
Aslına bakarsanız itaat etmek bir nevi köleliktir ama pek çok kişi bu durumdan rahatsız değildir. Hatta bu durumu ‘Karnı tok, sırtı pek olmak,’ yani; hem güvendeyim hem de karnım doyuyor daha ne olsun gibi değerlendirir. Bir nevi köle gibi yaşamak bana yetiyor diyenlere, Allah selamet versin. Özgür olmak isteyenler, her şeyden şüphelenip, akıllarını şaha kaldırarak evrensel doğrulara ulaşmalıdır.