Polonya’da altmış yıllık evliliklerinde bir kez bile anlaşmazlığa düşmeyen aile, ideal çift olarak nam salmış. Bu süre içinde kadın bir kez bile dır dır etmemiş, adam bir kez bile karısına kaba davranmamış. Her zaman huzurlu ve keyifli görünüyorlarmış.
Altmışıncı evlilik yıllarını kutlarken bir gazeteci bunlarla röportaj yapmaya gitmiş. ‘İdeal evliliğin’ sırrını öğrenmek amacıyla sorular sormaya başlamış: “Eşiniz kaç yaşında beyefendi?” demiş, adam, “Seksen yedi yaşında, Tanrı izin verirse yüz yaşına kadar yaşayacak,” demiş.
Gazeteci, “Siz kaç yaşındasınız?” “Ben de seksen yedi yaşındayım, Tanrı izin verirse yüz bir yaşına kadar yaşayacağım,” demiş adam. Gazeteci, “Peki ama niçin eşinizden bir yıl daha fazla yaşamak istiyorsunuz?” Adam, “Doğrusunu söylemek gerekirse, en azından bir yıl huzur içinde yaşamak istiyorum,” demiş.
Bu çiftin evlilikleri hiç de göründüğü değilmiş, bunlar sadece zevahiri kurtarıyorlarmış. (Zevahiri kurtarmak: bir işi gereğince değil, yapılıyor dedirtmek için üstün körü biçimde yapmak, yapıyor görünmek.)
Çoğumuzun yaptığı zevahiri kurtarmak. Bunun için ‘Kol kırılır yen içinde kalır,’ demişler. Neden kolun kırıldığını gizlemek istiyor, neden gerçekleri saklıyoruz?
Neden olacak, insanlara bildiğini yapmak kolay ve güvenli geliyor da ondan. Bilmediği bir yola sapmak onu tedirgin ediyor. Bakmayın siz insanların, ‘Nedir bu halimiz, el ne der diye yaşamaktan bıktık. Bir gün bile kendimiz olamadık! ’ vb gibi yakınmalarına. Böyle yakınmaları duyunca sanırsınız o insan artık, ‘El ne der,’ gömleğini çıkaracak, yepyeni bir insan olacak!
Evet, zevahiri kurtarmak adına, ikiyüzlü davranmak, doğal olamamak çok berbat bir şey ama insanlar bildiği, ezberlediği gibi yaşamayı güvenli buluyorlar. Çünkü değişim onlara bilinmedik geliyor. Bilinmezlik onları korkutuyor. Bu korku nedeniyle; sıradan, sığ, anlamsız, keyifsiz bir hayat ile yetiniyorlar.
‘Bir güzelden vazgeçmeyince, bir güzele ulaşılamaz,’ derler. Sıradan bir hayatla yetinmeyenler, güvenli diye sahte bir hayata tutunmaktan vazgeçecek kadar cesur olanlardır. Bu cesareti gösteremeyenlerin asıl korkusu; değişince fark edecekleri hakikatlerdir.
Güvenli diye kendilerine giydirilen kalıbın içinde yaşayanlar, zaman zaman isyan eder gibi görünseler de, daima kendi durumlarına şükredecek milyon sebep bulurlar. Sonra da kendilerinin yapamadığı değişimi başkalarından beklerler. Bekledikleri değişim olmadığında, ‘benim kaderim kötü,’ diye, yakınarak ömür tüketirler.