Milli piyangodan büyük ikramiye tutturmuş bir adam, güzel bir araba almış, keyifle dolaşmaya başlamış. Karşısına çıkan ilk dilenciye, bir yüzlük uzatmış. Uzatırken, dilencinin farklı biri olduğunu anlamış. Zira giysileri eski ve kirli olmasına rağmen kaliteli oldukları belli oluyormuş. Ayrıca yüzünün görünüşü ve ifadesinden, eskiden varlıklı biri olduğunu belli oluyormuş.
Dilenci yüzlüğü almış, “Beyim çok cömertsiniz, çok teşekkür ediyorum. Sanırım zenginsiniz. Bu şekilde para dağıtırsanız yakında benim gibi olacaksınız. Ben de tıpkı sizin gibiydim, paralarımı dağıttım ve şimdi durumum bu. Siz de dağıtmaya devam ederseniz, benim akıbetime uğrayacaksınız,” demiş.
Zengin olmanın kuralı basittir, çok kazanıp, az harcayacaksın. Bunu herkes bilir ama kimisi çok kazanamaz, kimisi az harcayamaz.
Peki, ruhen zengin olmak için ne yapmalı?
‘Mantıklı düşünenler,’ zengin olmanın yolu birdir; ruhen zengin olmak isteyen de aynı şeyi yapmalı, yani çok kazanıp, az harcamalı derler. Bu bakış açısından bakanlar, insan ilişkilerini ticaret gibi görürler. Yani, sevdiği ölçüde sevilmek, saydığı oranda saygı görmek isterler. Verdiklerinden fazlasını almayı, kar etmeyi, başarı kabul ederler.
İnsan ilişkilerini ticaret gibi görmeye insanın gönlü el vermez. Ancak gönül hoşluğunun kıymetini bilemeyenler, gönlün itirazına kulak vermek yerine, mantığın sesine itibar ederler. Böyle yapmak isteyenler, gönlün sesini kısıp, mantığın sesini yükseltirler. Mantığın sesi en çok haklı olunca yükseldiğinden, haklı olacak gerekçeler dakikada bulunur. Bulunur ama haklı olmakla, mantık zafer kazanmış olsa da, gönül hoş olmaz.
Genel ekonomi ile ruhun ekonomisini, aynı sananlar, haklı ama mutsuz olurlar. Oysa ruhun ekonomisi, genel ekonominin aksine verdikçe çoğalır. Sevgi, sevdikçe çoğalır. ‘İyi de olmayan şeyi nasıl verelim?’ diyenler, içindeki cevherin farkında değildir. İnsanın içinde kendini, yaşamı ve yaşayan her şeyi koşulsuz sevecek bir kaynak var. Var ama insanı kalıba sokmak, sömürmek isteyenler, bireyin bu kaynağın farkına varmasını önledi. İnsan içindeki bu muhteşem kaynağa rağmen, başkasının koşullu sevgisine muhtaç edildi.
Koşullu sevgiyle büyüyen bireyler sevginin koşullu verileceğini sanıyorlar. Bu yüzden kendi ölçülerine uyanı seviyor, uymayanı sevmiyor. Hiç düşündünüz mü; bize bu ölçüyü kim verdi? Ayrıca bu ölçünün doğru olduğu nereden belli? Bugün doğru görünse bile, acaba dün doğru muydu ya da yarın doğru olacak mı?