Aynı psikiyatriste giden iki hasta, yaklaşan bir nisan günü doktora şaka yapmak için anlaşmışlar. ‘Doktora, her ikimizde aynı rüyayı gördüğümüzü anlatalım, bakalım ne tepki verecek,’ diye plan kurmuşlar. Herhalde doktor şok olur diye tahmin etmişler.
Birinci hasta girmiş, planladıkları rüyayı anlatmış. Sonra ikinci hasta girmiş, aynı rüyayı anlatmış ve hevesle doktorun tepkisini beklemiş. Ancak doktor beklenen gibi şok olmamış, olan biteni sıradanmış, olağanmış gibi karşılamış. Bu tavır hastayı hayrete düşürmüş, bunun nedenini anlamak için, doktora, “şaşırmadınız mı?” diye sormuş.
Doktor,“Bu rüyayı üçüncü kez duyuyorum,” demiş. Hasta iyice şaşırmış bir ifadeyle, “Öyle mi? Üçüncü kim?” diye sorunca kendini ele vermiş. Bunun üzerine Doktor, “İki kişi asla aynı rüyayı göremez. Beni böyle kandıramazsınız,” demiş.
Hastalar doktora çalım atmaya kalkmışlar ama onun uzmanlığına toslamışlar. Hemen herkes, bazen açıktan açığa, bazen gizliden gizliye biri biriyle yarışıyor. Hal böyle olunca, insanlar kendisini üstün gösterecek ya da diğerini küçük düşürecek hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Bu amaca ulaşmanın en fiyakalı hali ‘Çalım atmak,’ olduğundan, herkes hevesle çalım atma anını kolluyor.
İnsanlar neden diğerlerinden daha üstün olma ihtiyacı duyuyor?
Belki soruyu şöyle sormalı, üstün olma ihtiyacı, insanın özünden mi, egosundan mı kaynaklanmaktadır? Öz ile egoyu irdeleyelim.
Yeni doğan bir bebek düşünenim. Bu bebeğe; ‘Sen kimsin?’ diye sorsak, o da dile gelse, bize ne cevap verirdi? Herhalde, ‘Ben bir canlıyım,’ derdi, başka bir şey demezdi. Bu haliyle ne kendi cinsini bilir, ne karşı cinsi, ne rakip, ne dost, ne düşman, ne üstün olmak, ne altta kalmak bilir, ne iyi bilir, ne kötü, ne güzel bilir ne çirkin. Ayrıca milliyeti, ırkı, sosyal sınıfı, büyüğü, küçüğü, efendiyi, uşağı, işçiyi, patronu, güçlüyü, güçsüzü, zararlıyı, faydalıyı vb tanımazdı. İşte insanın özü yeni doğan bebek gibidir.
Anne babalar ve toplum, bebek, hem yaşama tutunabilsin, hem de kendilerine yararlı bir birey olsun isterler. Hayatını sürdürecek gıdaya, ilgiye, sevgiye ve korunmaya muhtaç olan bebek, kendisinden beklenen gibi biri olmak zorunda kalır. Bebeğe koşullandırılma ile verilen bilgiler bir yandan hayata tutunmaya yarar, diğer yandan ona bulunduğu coğrafyaya göre bir kimlik kazandırır. Bebek artık bu kimliğin insanıdır. İşte bu kimlik egodur.
İnsanlar yüzyılların tecrübesi ile güçlü olanın kazandığını bellemiştir. Bu yüzden herkes çocuğuna güçlü olmayı öğretmeye çalışıyor. Herkes güçlü olmayı istediği için güç savaşı süregelmektedir. İnşallah bir gün güç savaşları biter, öze dönüş zamanı gelir de, kimsede çalım atma hevesi kalmaz.