Çok eski zamanlarda, bir adam, biricik oğlunun, iyi bir tahsil yapmasını çok istiyormuş. Öğrenim çağına gelen oğul, bir hocadan diğerine giderek, en iyi hocalardan, tıp ve başka ilimler tahsil etmiş. Tahsilini tamamlayınca, evine dönmüş. Babası, oğlunu pencereden görmüş. Oğul, elinde kitapları, gururlu bir şekilde yürüyormuş. Eve girince, babasına sarılmış ve “Baba, tahsilimi senin arzu ettiğin şekilde tamamladım,” demiş. Babası, “Peki kendini bildin mi?” diye sormuş. Çocuk bu soru karşısında afallamış, heyecanla kekeleyerek, “Baba, gittiğim hiçbir okulda, bana böyle bir ders göstermediler,” demiş. Babası, “Kendini bilmeyen bir insan, ne tahsil etmiş olur ki? Bütün bilgilerini çöpe at ve git kendini öğren de, öyle gel,”demiş. Oğul bir şeyler söylemek istemiş ama babası onu hiç dinlemeden kapıyı göstermiş.
Büyük bir hayal kırıklığı ile evden ayrılan oğul, bildiği en büyük hocasına gitmiş. Olanları anlatmış. Büyük hoca, “Babanı tanırım, aynı ustadan ders almıştık. Evine giderken çok gururluydun. Baban, sadece kendini bilmekle ilgilenir. ‘Kendini bilme konusunu’ sana anlatamam ama bunun bir yolunu biliyorum. Benim yüz ineğim var. Onları al ve dağa çık. Yüz inek bin adet oluncaya kadar dağda kal,” demiş. Öğrenci, “İyi ama bunun kendimi bilmeme nasıl bir katkısı olacak?” diye sormuş. “Sen soru sormadan sadece git ve ineklerin çoğalmasına yardımcı ol. Döndüğünde bunu konuşuruz,” demiş.
Çaresiz ustanın dediğini yapmış. Yıllarca ineklerle birlikte kalmış. Bildiği her şeyi unutmuş. İneklerin içinde, neredeyse kendisi de bir inek gibi olmuş. İneklerin dilinden anlamaya başlamış. Sayı bin olunca, ustanın evine doğru yola çıkmış. İneklerin dönüşünü gören öğrenciler, koşup hocaya, “Bin tane inek geliyor,” demişler. Hoca dikkatlice öğrencisine bakmış ve “Hayır bin değil, bin bir inek geliyor,” demiş. Sürüyü ustasına teslim eden öğrenci, “Hocam ben gidiyorum, hayli zaman oldu, babam beni bekliyordur,” demiş. Ustası, “Hani dönüşünde konuşacaktık, unuttun mu?” deyince, Öğrenci, “Dağda kaldığım sırada bir an geldi, tüm düşüncelerim, tüm duygularım kayboldu. Yalnızca saflık kaldı. Babamın bilmemi istediği şeyi bildim, konuşacak bir şey yok,” demiş. Ustası, “Sen aradığını bulmuşsun, şimdi babana gidebilirsin,” demiş.
Oğlunun yolunu gözleyen baba, onu yine pencereden görmüş. Oğlu, bu kez, elinde hiçbir kitap olmadan, mütevazı bir eda ile bir rüzgâr esintisi gibi yürüyormuş. Oğul içeriye girmiş, hiçbir şey söylemeden, babasının ayaklarına kapanmış, ayaklarından öpmüş ve ağlamaya başlamış. Babası, “Demek oldu, artık huzur içinde ölebilirim,” demiş.
Kendini bilmek, insanı bilmektir. ‘İnsan nedir?’ sorusunun pek çok cevabı olsa da, tatmin edici bir cevap bulmak kolay değildir. Dinler, birbirlerine benzer bir tanımlama yapmışlar. Özet olarak, ‘Tanrı böyle söylüyor. Siz buna koşulsuz inanın,’ diyorlar. İnanmayı değil de bilmeyi isteyenler, bilime bakıyorlar. Bilim ise sanki bu konuyu biraz es geçmiş gibidir. Hal böyle olunca insanın kendini bilmesi kendi çabasına kalmıştır.
Dünya gailesinin, sığlığını, idrak edenler, günün birinde, ‘Ben kimim, bu dünyaya niye geldim?’ sorusuna daha tatmin edici bir cevap arıyorlar. Bu cevabı arayanlardan, hikâyedeki öğrenci gibi, bıkıp usanmadan çabalayanlar muradına eriyorlar.
Günümüzde her şeyi bilen çok var ama acaba kendini bilen kaç kişi vardır?
KENDİNİ BİLMEK
Çok eski zamanlarda, bir adam, biricik oğlunun, iyi bir tahsil yapmasını çok istiyormuş. Öğrenim çağına gelen oğul, bir hocadan diğerine giderek, en iyi hocalardan, tıp ve başka ilimler tahsil etmiş. Tahsilini tamamlayınca, evine dönmüş. Babası, oğlunu pencereden görmüş. Oğul, elinde kitapları, gururlu bir şekilde yürüyormuş. Eve girince, babasına sarılmış ve “Baba, tahsilimi senin arzu ettiğin şekilde tamamladım,” demiş. Babası, “Peki kendini bildin mi?” diye sormuş. Çocuk bu soru karşısında afallamış, heyecanla kekeleyerek, “Baba, gittiğim hiçbir okulda, bana böyle bir ders göstermediler,” demiş. Babası, “Kendini bilmeyen bir insan, ne tahsil etmiş olur ki? Bütün bilgilerini çöpe at ve git kendini öğren de, öyle gel,”demiş. Oğul bir şeyler söylemek istemiş ama babası onu hiç dinlemeden kapıyı göstermiş.
Büyük bir hayal kırıklığı ile evden ayrılan oğul, bildiği en büyük hocasına gitmiş. Olanları anlatmış. Büyük hoca, “Babanı tanırım, aynı ustadan ders almıştık. Evine giderken çok gururluydun. Baban, sadece kendini bilmekle ilgilenir. ‘Kendini bilme konusunu’ sana anlatamam ama bunun bir yolunu biliyorum. Benim yüz ineğim var. Onları al ve dağa çık. Yüz inek bin adet oluncaya kadar dağda kal,” demiş. Öğrenci, “İyi ama bunun kendimi bilmeme nasıl bir katkısı olacak?” diye sormuş. “Sen soru sormadan sadece git ve ineklerin çoğalmasına yardımcı ol. Döndüğünde bunu konuşuruz,” demiş.
Çaresiz ustanın dediğini yapmış. Yıllarca ineklerle birlikte kalmış. Bildiği her şeyi unutmuş. İneklerin içinde, neredeyse kendisi de bir inek gibi olmuş. İneklerin dilinden anlamaya başlamış. Sayı bin olunca, ustanın evine doğru yola çıkmış. İneklerin dönüşünü gören öğrenciler, koşup hocaya, “Bin tane inek geliyor,” demişler. Hoca dikkatlice öğrencisine bakmış ve “Hayır bin değil, bin bir inek geliyor,” demiş. Sürüyü ustasına teslim eden öğrenci, “Hocam ben gidiyorum, hayli zaman oldu, babam beni bekliyordur,” demiş. Ustası, “Hani dönüşünde konuşacaktık, unuttun mu?” deyince, Öğrenci, “Dağda kaldığım sırada bir an geldi, tüm düşüncelerim, tüm duygularım kayboldu. Yalnızca saflık kaldı. Babamın bilmemi istediği şeyi bildim, konuşacak bir şey yok,” demiş. Ustası, “Sen aradığını bulmuşsun, şimdi babana gidebilirsin,” demiş.
Oğlunun yolunu gözleyen baba, onu yine pencereden görmüş. Oğlu, bu kez, elinde hiçbir kitap olmadan, mütevazı bir eda ile bir rüzgâr esintisi gibi yürüyormuş. Oğul içeriye girmiş, hiçbir şey söylemeden, babasının ayaklarına kapanmış, ayaklarından öpmüş ve ağlamaya başlamış. Babası, “Demek oldu, artık huzur içinde ölebilirim,” demiş.
Kendini bilmek, insanı bilmektir. ‘İnsan nedir?’ sorusunun pek çok cevabı olsa da, tatmin edici bir cevap bulmak kolay değildir. Dinler, birbirlerine benzer bir tanımlama yapmışlar. Özet olarak, ‘Tanrı böyle söylüyor. Siz buna koşulsuz inanın,’ diyorlar. İnanmayı değil de bilmeyi isteyenler, bilime bakıyorlar. Bilim ise sanki bu konuyu biraz es geçmiş gibidir. Hal böyle olunca insanın kendini bilmesi kendi çabasına kalmıştır.
Dünya gailesinin, sığlığını, idrak edenler, günün birinde, ‘Ben kimim, bu dünyaya niye geldim?’ sorusuna daha tatmin edici bir cevap arıyorlar. Bu cevabı arayanlardan, hikâyedeki öğrenci gibi, bıkıp usanmadan çabalayanlar muradına eriyorlar.
Günümüzde her şeyi bilen çok var ama acaba kendini bilen kaç kişi vardır?