Yeni doğan bebek, hayata gözlerini açtığında, hayatta nasıl var olacağını, yaşamını nasıl sürdüreceğini, hangi durum karşısında nasıl vaziyet alacağını, nelerden korkup kaçınacağını, kimlere güveneceğini, bilemez. Anne babası ve çevresi, çocuğa kendi bildiklerini öğreterek, ona, ‘hayatı kullanma kılavuzu,’ oluştururlar.
Çocuğuna hayatı kullanma kılavuzu oluşturmak isteyen ebeveynler, elbette kendi bildiklerini, kendi tecrübelerini aktaracaklardır. Zaten bildiklerinin çoğunu, kendi anne babalarından öğrenmişlerdir. Burada işin püf noktası, çocuğa aktarılanların yüzde doksan dokuzu dolaylı olur. Tekrar ediyorum yüzde doksan dokuzu dolaylıdır. Örneğin, efkârlanınca sigara yakan bir baba, efkârını sigara ile dağıtabilirsin demiş olur. Babasını böyle gören bir çocuğa, sigaranın zararların anlatmak hiçbir işe yaramaz.
Anne babalar günlük yaşamlarını sürdürürken, çocuk ile direk ya da dolaylı bir iletişim içinde olurlar. Çocuk evde olan bitenden sürekli mesaj almakta ve mesaj vermektedir. Bu ortamda çocuk, kendini aileye ve topluma nasıl kabul ettireceğini, nasıl var olacağını, kendine biçilen değerin ne olduğunu anlar. Sonunda, biçilen değeri alır kabul eder,
Eğer aile, çocuğu yok sayıyor, önemsemiyor, reddediyor veya seni sevmemiz için bazı şatlarımız var, mesajını direk ya da dolaylı olarak veriyorsa; çocuk bunu, ‘Ben koşulsuz sevilmeye layık değilim, galiba kusurluyum, sevilmek için kusurlarımı gizlemeli ve sevilecek bir şey yapmalıyım, ‘ şeklinde anlıyor. ‘Koşulsuz sevilmeye layık değilim,’ mesajı alan çocuk, bu mesajı bilinçaltına, ‘ben değersizim,’ olarak kaydeder. Bu kayıt, artık çocuğun hakikati oluyor. Bundan sonraki bütün ilişkilerinde bu hakikati esas alıyor.
Kendisine ben kusurluyum, değersizim diyen çocuk, ömrünün geri kalanını, kabul edilebilir olduğunu kanıtlamak ve çevreden onay almakla geçirir. Başkalarının davranışlarında, her zaman, kendisine, ‘sen değersizsin,’ anlamına gelen bir ifade ya da ima bulur. Bunun derecesi çocuğun yaralanma derecesine göre değişir.
Böyle yaralanmış bir çocuk yetişkin olduğunda, insanların hak ettiği sevgiyi vermediğinden yakınıp duracaktır. Oysa kendisini sevilmeye layık görmeyen kendisidir. Bunun farkına vardığında, çocukluğunda edindiği hakikatin yanlış olduğunu görecektir.
Bir gün bunun farkına varanlar, ebeveynlerimizin, kendi atalarından aldığı ikinci el bilgilere dayanan, bu değersizlik hissinin, kendi hakikatleri olamayacağını bilirler ve ona itibar etmezler. Dünyaya gelen her insanın eşsiz olduğunu ve bu dünyanın ona ihtiyacı olduğunu bu yüzden herkesin çok değerli olduğunu bilirler.