Geçtiğimiz hafta tıbbi laboratuvar testlerinin yapılmasında kullanılan araç, gereç, enstruman, yazılım vb, ürünlerle ilgili bir sempozyumdaydım. Bunlar vücut dışı tıbbi tanı cihazları olarak adlandırılıyor. Dünyada kullanılan adlandırma “vücut dışı” anlamına gelen in vitro diyagnostik (IVD) tıbbi cihaz. Konuşma dilinde IVD olarak geçiyor. Google tarama motorunda da “in vitro” olarak tarandığında hemen dünyadaki uygulamaların sitelerine erişiliyor.
Bu Sempozyum nedeniyle sistematik yaklaşım örneğini gördük. Ülkeler IVD ile ilgili planlarını, uygulamalarını ürün yaşam döngüsüne göre yapılandırmışlar. Bu sistematik ile herkes konuşulanları daha iyi anlıyor. Problemleri daha iyi saptayabiliyor. Takım çalışmalarını daha iyi yapabiliyor.
Küreselleşen dünyada ülkeler birlikte hareket etmek zorundalar. Özellikle bilişim bunu zorunlu tutuyor. Ürettiğiniz bir üründe yazılım programı varsa diğer ülkelere satabilmek için bilgilerin elektronik olarak transferinin sağlanması gerekiyor. Ürün içerisinde olmasa dahi üretilen veri dijital ortamda transfer edilebilmeli.
Bu zorunluluklardan dolayı dünyada çoğunlukla gelişmiş ve sistematik yaklaşımı benimsemiş ülkelerin temsilcilerinden küresel sivil toplum kuruluşları oluşturuluyor. Bu kuruluşlarda; birlikte oluşturdukları kuralları kendi ülkelerinde uyguluyorlar. Bunu yapmayan ülkelerin geleceği yakalaması çok zor.
Bazı konularda ülkemiz bu şartları uygulamakta ve dünya ile yarışabilmekte. Ancak sağlık harcamalarının oldukça büyük kısmını oluşturan IVD alanında ülkemiz henüz dünyadaki uygulamalarla yarışabilir durumda değil. Üstelik %85-95’i yurt dışına bağlıyken uluslararası uygulamalara göre uygulama yapılmaması oldukça ilginç. Nüfusu bizim genç nüfusumuz kadar olan ülkelerin ürettiklerini kullanmak zorunda olduğumuzu düşünürsek bu da üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir problem.
Ürün yaşam döngüsü yaklaşımı birçok alanı içeriyor. Bunlar: 1) ürün fikrinin ortaya çıkması; 2) ürüne dönüştürülmesi için yapılan taramalar; 3) ürünün kazanç getireceğine karar vermek; 4) taramalara göre gerçekleştirilen araştırma-geliştirme çalışmaları; 5) prototip üretimi için şartların sağlanması; 6) prototipin oluşturulması; 7) satışa sunulması için seri üretim ve çeşitli işlemler; 8) satışa sunulduktan sonra hizmetin sağlanması; 9) hizmet sırasında kullanıcılardan geribildirimlerin toplanması; 10) bu geri bildirimlere göre yeni ürün geliştirilmesi; 11a) eskiyen ürünün kullanımdan kaldırılması ve 11b) varsa parçalarından yeniden yararlanmak.
Sanayide üreticiler bunları bilirler. Ancak bu Sempozyumda anladığım biz akademisyenlerin ve eğiticilerin de bu aşamaların varlığından haberleri olmaları gerektiği. Çünkü bu aşamalarda gerekli olan bilgi, beceri, yeterlilik ve yetkinlikleri ilgili bireylere kazandırmak bizim görevimiz.
Sanayiciler ürün üretirken ara teknik elemanları bu nedenlerle bulamıyorlar. Çünkü öğreticiler ve eğiticiler bunun farkında değiller. Bu uyumsuzluk gelecek için büyük problem yaratabilecek. Çünkü hızla gelişen dünyada kaynaklar kısıtlanırken yeni iş konuları da hızla artmakta. Bu iş alanlarına eğitimli eleman sağlamak bizim görevimiz. Bologna süreci projesinde bu nedenle mezunlarınıza kazandıracağınız yeterlilikleri sanayicilerle birlikte belirleyin uygulaması vardır.
Bu Sempozyumda bu uygulamanın önemini daha çok anlamış durumdayım.
Sempozyumda pırıl pırıl gençler çalışmalarını sundular. Bunları başarabilecek durumdaki tüm gençlerin kendilerini yarınlara hazırlamaları için elimizden geleni yapmalıyız. Bunun başında; üretilmesini beklediğimiz ürün döngüsü basamaklarına sistematik yaklaşım gelmekte…
Ankara’daki terörde ve doğuda kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve bizler gibi yüreği kan ağlayan tüm yurdunu seven vatandaşlara sabır diliyorum.
İyi bir hafta dileklerimle,
Saygı ve Sevgiyle kalın…