Uykusuzluk çeken bir adamın
şikayeti gün, gün artmış. Adam uyuyamayınca ailesini yanında istiyor, onların
uymasına izin vermiyormuş. Bütün aile perişan olduğundan, adamın uykusuzluğuna
el birliği ile çare aramaya başlamışlar. Uyutan bitki çayları denemişler
olmamış, süt, yoğurt içirmişler sonuç alamamışlar, uyku ilaçları kullanmışlar
fayda etmemiş. Sonunda bu işi çözecek bir hipnozcu olduğunu duymuşlar ve ona
gitmişler. Durumu anlatmışlar, hipnozcu, “Tamam ben uyuturum,” demiş ve adamın
evine gitmiş.
Hastanın karşısına geçmiş, “Bana güven, sadece birazcık güven bu yeter. Şimdi
bir mucize yaratacağım,” demiş. Eline bir köstekli saat almış, zincirinin
ucundan tutarak sallamaya başlamış, hastaya, “Saati gözlerinle takip et,”
demiş. Sonra komut vermeye başlamış, “Sağ, sol, sağ, sol şimdi gözlerin
yoruluyor, yoruluyor, yoruluyor, şimdi uykun geldi, göz kapakların kapanıyor,
kapanıyor,” demiş. Bu esnada hastanın gözleri kapanmış, uyumaya başlamış ve
kafası önüne düşmüş. Sonuçtan herkes memnun, hipnozcuyu uğurlamışlar. Daha
Hipnozcu gider gitmez, hasta bir gözünü açmış ve “Şu deli hala gitmedi mi?”
demiş.
Sıkıntılı insanlar,
kendilerini rahatlatacak bir yöntem ararlar. En çok bilinen yöntemler; bir
dostla muhabbet etmek, ibadet etmek, balık tutmak, yürüyüş yapmak, oyun
oynamak, meyhaneye gitmek vb. Evet, bu ve benzer yöntemlerin rahatlatıcı
etkileri vardır ama kısmidir. Kaynayan tencerenin kapağını açarak, taşmasını
önlemek gibidir.
Rahatlama
yöntemleri, sıkıntının sebebini ortadan kaldırmaz. Üstelik yöntemi uygulamak
için bir çaba gerekmektedir. Oysa rahatlamak çabasız kalmaktır. Hikayedeki
hastanın uyuma çabası bu yüzden işe yaramamıştır.
Rahatlama
çabasızlık olduğuna göre, çabasızlık öğrenmek için gayret göstermelidir. ‘Öğrenme
gayreti’ de bir çabadır ama sadece bir kereliktir.
Neticede
çabasızlığı öğrenen bir insan hayal edelim. Düşünsenize hiçbir hedefi yok.
Hedef olmayınca mecburen yapması gereken bir şey yok. ‘Eller ne der, kaygısı’
yok. Canın istemediği halde, yapması gereken hiçbir şey yok. O zaman sıkıntı
diye bir şey de yok.
‘Hadi canım bu
kadar da olmaz,’ diyorsanız, ‘hiç sıkıntı olmazsa, benim için hayatın
anlamı da olmaz,’ demiş oluyorsunuz. Hepimiz içimizi heyecanlandıracak basit
sıkıntıları, kaygıları seviyoruz. Bize fazla gelen, istemediğimiz,
beklemediğimiz sıkıntılar. Hal böyle olunca, belki bir birimize, ‘Hadi hayırlı
sıkıntılar,’ diye temennide bulunmamız gerekir.