"İnsan kitlesi sessiz bir çaresizlik içinde yaşıyor. Tevekkül denen şey, teyit edilmiş çaresizliktir. Çaresiz şehirden çaresiz ülkeye gidiyorsunuz ve kendinizi vizonların ve misk sıçanlarının cesaretiyle teselli etmek zorundasınız. İnsanoğlunun oyunları ve eğlenceleri denen şeylerin altında bile basmakalıp ama bilinçsiz bir umutsuzluk gizlidir. İçlerinde oyun yoktur, çünkü bu işten sonra gelir. Fakat çaresizce şeyler yapmamak bilgeliğin bir özelliğidir.”
Henry David Thoreau, hoşnutsuz olan ve kaderlerinin veya kendilerini iyileştirebilecekleri zamanların sertliğinden tembelce şikayet eden insan kitlesine hitap edercesine söylemiştir bu sözleri. Öyledir, birçok insan sahip olduğu şeylerin yükünü taşır ve tüm bunlara sahip olmanın onları mutlu edip etmediğini düşünmeye dahi vakit bulamadan, hayatlarını bu şeyleri sürdürmek için çalışarak geçirirler.
En temel düzeyde bu alıntı, Walden'da yaşayanların çoğu gibi, çevresinde gördüklerinin gerçekten tartışılması gereken somut bir fikirle damıtıldığına dair bir gözlemdir. Bu gözlem bize, çoğu insanın istediğini değil, yapması gerekeni yaptığını söyler. Thoreau'nun çevresinde gördüğü insanlar, “Ah, çiftçilik, bu benim tutkum, her zaman yapmak istediğim şey” demezler. Bunun yerine, kendilerine söyleneni açıkça kabul eder ve hayatlarını buna göre yaşarlar. Bir sonraki nokta, teslimiyete dayalı bir hayat sürdüğünüzde her şeyin işe yaradığına dair başka bir gözlemdir. Oyununuz bile hayatta kalma hakkında oluyor, ki bunu derinlemesine düşündüğünüzde aslında oyun da oyun olmaktan çıkıyor.
Özetle, Walden hikayesi tüm bunları nasıl miras aldığımızla ilgili. Fikirler bize emanetler gibi verilir ve çoğu insan bedava şeylere hayır demekte zorlanır. Bize hayatın böyle olduğu söylendi, babanın yaptığını yap, okulun, dinin ve çevrenin öğrettiği gibi yaşa ve politikacıların sana söylediklerini söyle ve tüm bunları tam olarak takip edersen iyi bir hayat yaşarsın. Thoreau bize “bilmiyor olabilirsin ama bir seçeneğin var” diyor. Mutsuzsan bir şeyler yap, işini değiştir, düşüncelerini değiştir, hayatını değiştir diyor. Yaşamanın pek çok yolu var ama işte yaptığım şey. Hayatından memnun değilsen, farklı bir şekilde yaşa.
Türk edebiyatında da sayısız örnekleri vardır bu çaresizliğin ve boşa geçen yılların. İsterim ki son sözleri onlar söylesinler. Şairlerin, yazarların sözünün üstüne söz olmaz. Sevgiyle ve muhabbetle kalın…
“Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni…”
Oğuz Atay
*
“Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah çok ağır bir şeyle dolaştım durdum…”
Ahmet Hamdi Tanpınar
*
“Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.”
Tezer Özlü
*
“Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam…” Sabahattin Ali
*
“Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam. Boş geçirdiğim, bağırmadığım, sustuğum günlere…” - Sait Faik Abasıyanık
*
Her seçim bir çaredir aslında. Asıl çaresizlik verdiğin seçimin zehirli meyvesidir. Elinden bir şey gelmeyince kabullenmek kolaydır. Asıl çaresizlik kendine elimden geleni yaptım mı diye sormaktır. Çünkü asıl çaresizlik, çareyi geçirmişken eline avuçlarının içinden kaçırmaktır. - Tuncel Kurtiz