KİMSE KENDİ MEMLEKETİNDE PEYGAMBER OLMAZ!

15-01-2016 05:00:16
  İnsanoğlunun doğasında, “fıtratında” var galiba! İnsan yanı başındakini görmez. Yanında olanlara değer vermez. Değer vermediği gibi her fırsatta onu hor görmeye, aşağılamaya, sıradanlaştırmaya, en azından kendisiyle aynı seviyeye ya da kendinden aşağıda seviyede göstermeye uğraşır. Konuya tarihsel gerçekçilik açısından yaklaşırsak durumun ciddiyetini daha iyi kavrarız. * * * Bu günkü Filistin’de, Nasıra’lı İsa, M.Ö. 4 yılında Dünya’ya gelir. Kendi halinde bir marangoz olan Yusuf’un üvey oğludur. Yahudiler arasında doğup büyür. İnsanlara, yeni farklı şeyler söyler. Yeni bir öğretiyi, ahlak ve yaşama biçimini telkin etmeye başlar. Bu durumdan rahatsız olan Yahudi Din Adamları Nasıralı’yı, bulundukları Yahudiye Eyaletinin valisi Pontius Pilatus’a şikayet ederler. Vali, Yahudi din adamlarının tahriklerine, iftiralarına uyarak İsa’yı çarmıha gerdirir. * * * Abdullah Bin Muhammed, M.S. 571 yılında Mekke’de fakir bir ailenin çocuğu olarak doğar. Doğmadan önce babasını, 6. Yaşında Annesini kaybeder. Amcası Ebu Talib’in velayetinde çocukluğu geçer. Çobanlık yapar. 25 Yaşında Hatice ile evlenir. 40 yaşında düzenli olarak inzivaya çekildiği ve dualar ettiği dağdaki mağarasında kendisine Vahyin geldiğini, tanrının tek ve bunun da Allah olduğunu, kendisinin de Allah’ın elçisi olduğunu bildirir. İlk başta çok yakınlarından kabul görse de Mekkeli bazı aşiretlerin düşmanlığı ve onların kışkırtması ile halkın da şiddet içeren muameleleri ile karşılaşır. 622 yılında Mekke’yi terk ederek Medine’ye göç eder. Sonra Mekkelilerle 8 yıl süren savaştan sonra, kendisine inananların sayısının da 10 bini aşması ile doğduğu kentin kontrolünü eline alır. * * * Müslihittin Ebu Taki Musa bin Mustafa bin Kılıç, Denizli, Buldan İlçesinin Sarımahmudlu köyünde, Hafız Mustafa Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelir. İlk eğitimini babasından alır. Sonra Bursa, İstanbul, Karaman’da dönemin İslam ve tıp bilginlerinin öğreniminden geçer. Halfetiye Tarikatının Sünbüliye koluna katılır ve olgunlaştığını söyleyen şeyhi tarafından memleketi Denizli’ye gönderilerek orada ilmini, öğretisini yaymakla görevlendirilir. Denizli’de kurduğu medresesinde, kız ve erkek öğrencilerine karışık ve birlikte olarak dersler veriri. Dönemin egemenleri, softaları, dinden ve cahillikten beslenen eşrafının halkı kışkırtması ile Denizli’yi terk etmek zorunda bırakılır. Rivayete göre giderken; “Bu Şehr-i Denizli’nin yerlisi onmasın, yabancısı doymasın!” diyerek beddua ettiği ve şehrin üzerine üflediği söylenir. BİR DAHA PEYGAMBER GELMEYECEK! Yukarıda, doğup büyüdüğü çevrede, kentlerde, değeri bilinmemiş, yüksek bir kişi olarak kabul görmemiş örnekleri yüzlerce sıralayabiliriz. Yukarıdaki ilk örneğimiz peygamber Hz. İsa’dır. İkinci örneğimiz peygamber Hz. Muhammed’dir. Üçüncü örnekteki kişi ise hemşerimiz, din ve bilim alimi Merkez Efendi’dir. Yakın çevrelerinden, kendi hemşerilerinden görmedikleri eziyet, kötü muamele, şiddet, horlanma, aşağılanma kalmamıştır. Biri çarmıha gerdirilmiş, ikincisi kentinden kovulmuş (Yoksa öldürülecekti), üçüncü olan hemşerimiz recmedilmekten kentini terk ederek kurtulmuştur. Merkez Efendi İstanbul’a dönünce orada din ve bilim alimlerinden kabul görmüş, sonra saraya kabul edilmiş, buradan Manisa’ya gönderilmiş, Kanuni’nin annesi Hafsa Sultan’ın yaptırdığı imaretin yanındaki zaviye’ye şeyh olmuştur. 500 Yıl sonra ise kovulduğu ilde merkez ilçesine adı verilmiştir. Ama ne fayda? Mekke’de, Nasıra’da yukarıda anlattığımız nankörlükler, hoşgörüsüzlük ve horgörmeler sürüyor mu bilemeyiz. Ama Denizli’de “Sürmüyor” diyemiyoruz. Denizli’de açgözlülük, kadirbilmezlik, mal kakıştırma diz boyu sürüyor. Mahkeme kapılarında , bekleme salonlarında, resmi daire koridorlarında bekleşen ahaliye, sanayi odası meclisinden, cemaat toplantılarındaki sohbetlere dek çağların hastalığı kakıştırmalara hala çare bulunamamış. Muhammed’ten sonra bir daha gelmeyecek ama daha yüz peygamber de gelse insanoğlu açgözlülüğü, mal biriktirme takıntısını, birbiri ile yarışı, birbirini yok etme, öldürme şehvetini, kendi beğeni ve yaşam biçimini başkalarına tek tip olarak giydirme arzusunu bırakmayacak. Ben kendi şahsıma, Denizli’den çıkıp başka diyarlarda kendimi ifade olanakları bulduğumda, oralarda sevilip sayıldığımda rahatlıyorum. Huzura eriyorum. Ama bu kente geldiğimde; “yatın, katın neyin var, ne aldın sattın, araban ne, hangi semtte oturuyorsun, benim şuyum var, şunu aldım sattım... Bak sen de televizyonda şunları söylüyorsun. Köşende bunları yazıyorsun. Söyleme, yazma.. Milletle kötü olma.. İşine bak.. Karışma, uyarma..” muhabbetleriyle daralıyorum. Terk edenlerden çok, terk edilen kentler ve o kentlerin insanları da artık kendilerini değiştirmeyi denemeli. Aslolan hayattır!.. Bir daha peygamber gelmeyecek çünkü!..  
YORUM YAZ
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
Okur yorumları, kişilerin kendi görüşleridir. Bu yorumlardan sorumlu değildir.
YORUM YAZ - 1-0 galip geldi