Bal Kabağının Dili Olsa!

30-01-2016 05:00:32
  Benimkisi dil alışkanlığı… İki yazımın başlığı “Deyimlerin Dili Olsa” biçiminde idi ya… İşte ondan kalma… Aslında o yazılara devam edeceğim. Ama araya bir “Bal Kabağı” girdi. Geçtiğimiz Perçembe günü yin doktora görünmek üzere İzmir’e inmiştim. Bir ara telefonum çaldı. Hayruş haber veriyordu: “Hayatım! Kargo’dan kocaman bir kutu bıraktılar. Üzerinde senin adın yazılı…” Bu güzel bir haber miydi? Kutuda ne bulunduğuna bağlıydı. Birileri kendilerini Osmanlı’nın torunları sanıyordu ya… Bu gerçek ise belki de kutunun içinde sokakta inadına sol ayağının üstüne üstüne topallayan bir garibin kellesi bulunabilirdi. Bu ihtimali pek mi akıl dışı buldunuz? Hiç de öyle değil? Her neyse… Lafı sermeyeceğim. Kutuyu kim yollamış olabilirdi? Hayruşuş’um kutunun üzerine yapıştırılmış matbu kâğıdın bir köşesinde mini mini harflerle yazılmış “Kurşunlu” yazısını görebildi. Hemen anlamıştım. “Kutuyu bal gibi açabilirsin” dedim. Akşam eve geldiğimde yüzü asıktı. “Sen adamın başının etini yedin. Bak işte o da sana “Al sana kabak, Ye de tadına bak, demiş” dedi. Kimden söz ettiğini anladınız mı? “Anlamadık” diyecek olsanız şimdi milletin gözü önünde ben sevgili “Ömer Lütfi Özenç” in adını nasıl ederim. Üç yıl önce bir yaz günü İzmir Mordoğan’da sevgili Özenç ve eşi Meral hanımla görüşme şansını yakalamıştık. Benim yanımda da Hayruş’um ve yetişkin torunumuz Anıl Bülent Biçkin vardı. Özençlerle ortak yakınımız ve hemşehrimiz yazar ressam Hülya Sezgin’in ve eşinin konuklarıydık. Sevgili Hikmet Sezgin’i de çoktandır tanıyorduk. Kısacası aramızda yabancı yoktu. Bol kahkahalı, bol şakalı yemekten sonra tam ayrılıyorduk ki, Ömer Lütfi Özenç arabasının bagajını açtı ve kocaman bir bal kabağını Sezgin’lere sunduktan sonra bir ikincisini de bize verdi. Nereden nereyeydi. Sevinivermiştik, O günden sonra ben Ömer beye birkaç kez takıldım. “Tatlı kabaktı” filan gibilerden… Şimdi Hayruş bunun için beni ayıplıyor. Gerçekten ben de bayağı mahcup oldum. “Hayatım, istersen kabağı bir yoksula verelim” dedim. Hayruş rengini belli etti: “O kadar da değil” dedi. “Hazır gelmiş kabak… Üstelik Kurşunlu’dan…” Ben de zaten onun “Peki” diyeceğinden korkmuştum. İşte böyle… Şimdi ben bu yazıyı yazarken kucağımda bal gibi bir bal kabağı sessiz oturuyor. Beyaza çalan tenli ve de inadına sarışın. Diyanetin bu konuda da fetvası varsa, yandık. Kurşunlu’nun yabancısı değiliz. Ilgaz’la Kurşunlu yan yana iki kasabamız… Ömer Lütfi Özenç’e telefon ettim. Teşekkürlerimizi bildirdim. Şakalaştık. Kabak Kurşunlu’dan kız kardeşinin bahçesindenmiş. Mutluluğumuz bir kat daha arttı. Kız kardeşine de teşekkürlerimizi yolladık… Derken benim bir sorum vardı: “Kabak başka kimseye de gönderildi mi?” Bu soruyla aslında onu bir köşeye sıkıştırmak istemiştim. Bakalım bu kayırmacı tavrını neyle açıklayabilecekti. Ne demek istediğimi, kimi kastettiğimi bir çırpıda anlamıştı. Büyük politikacı, büyük zekâ sahibi Ömer Lütfi Özenç Bey şu yanıtı verdi: “Zeynelciğim, “başka kimse” demekle kastettiğin yakınımız kış aylarında İzmir’de yarım dönüm arazi üzerinde kurulu çok katlı bir villada oturuyor. Bahçesinde kabağın ağababası yetişmezse İzmir dışında yazlığı var. Villa da koca bir tarlanın ortasında. Senin mendil kadar toprağın var mı? Yok… Öyleyse için rahat olsun kardeşim, için rahat olsun.” Evet bayağı rahatladım. Şimdi kabağımızı ağız tadıyla yiyebilmek için benim “horanta” nın bir araya gelmesini bekliyorum. Onların da bu ayda olmazsa gelecek ayda, on bir ayın birisinde bir araya gelecek halleri yok. Ben yine de “elki yarın belki yarından yakındır” diye bekliyorum.    
YORUM YAZ
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
Okur yorumları, kişilerin kendi görüşleridir. Bu yorumlardan sorumlu değildir.
YORUM YAZ - 1-0 galip geldi